10 Temmuz 2009 Cuma

Kısa

Sevdiğim insanları hayatımdan uzaklaştırmak için sarfettiğim çabayı, yakınlaştırmak için gösterseydim belki de kraldım şimdi.

Çocukluğumdan beridir, heyecanlıyımdır. Kendimi göstermek, buradayım demek isterim. Halbuki yoktur buna ihtiyacım zira zaten çevremdeki insanlar beni görüyorlardır olduğum gibi ama ben hep daha fazlasını istemişimdir ve olmamıştır.

Kız arkadaşlarım, önceleri sıkılırlardı benden. Hep onlarla beraber olmak, vakit geçirmek, öpüşmek, sevişmek hayalleri kurardım. Bana olması gerek oymuş gibi geliyordu. Şimdi ise nasıl olması gerektiğine dair en ufak bir fikrim yok. Değişen tek şey artık benim sıkılıyor olmam, dayanamıyor ve katlanamıyor oluşum.

Rahmetli babam, annemle görücü usuluyle evlenmiş. Ondan öncesinde çok hareketli bir hayatı olduğundan bahseder dururdu. Şokella partilerinden, kokain alemlerine kadar her yerde bulunduğunu, insanların tüm rezilliklerini gördüğünü ama asla uyuşturucu kullanmadığını anlatırdı. Doğruluğunu bilemem, bulaşmış ama ben de bulaşmayayım diye beni koruma amaçlı kullanmadım demiş olabilir. Çok da mühim değil gerçi. Ne fabrikatörlerin kızlarını yediğinden başlar, kimleri elde edemediğini ve arada bir iki aşk mecarasını anlatır; ben yine sallıyor mu yoksa doğruluk payı var mı diye düşünürken o gözlerini uzaklara odaklar ve durgunlaşırdı;

'Şu hayatta ne yaparsan yap, yapabildiğin her şeyi yap, ama evlendikten sonra ardındakileri sil gitsin. Çünkü hayatının kadınını bulduğunu anladığında kitabın kaldığın yerine ayraçı koyar, kalanını kendin yazmaya başlarsın.'

Ben de deşerdim inatla;

'Hiç mi görüşmedin annemle evlendikten sonra geçmişinden?'

- Saçmalama, kız arkadaşlarından bahsediyorum ben.
+ Tamam, hiç mi?
- Hiç...
+ Sıkıcı olmalı.
- Tahmin edemezsin.
+ Haha çok sıkıcı ya, leş!

Hayatta, hayatımda, olduğu süre zarfında kendisiyle pek konuşmadık. Dersler, Fenerbahçe ve gündelik sorunlar dışında pek bir baba-oğul-kutsal ruh diyaloğumuz olmadı. Rum Patrikhanelerinin dostane ilişkileri kadar soğuktu aramız. Benzetmeyi mazur görün, öyleydik ama.

Sonra o çekti gitti bir gün. Tıpkı yaşadığı zamanlarda korktuğu gibi, dedemin hastalığının aynısıyla. Yedi yıl boyunca hafıza kaybı, kaybolmayan anlarda hafıza karışıklığı, kilo kaybı ve moronluk yaşayarak parkinson yüzünden. Dedem vefat ettiğinden beri ikimiz de eskisi gibi olamamıştık. İkimiz de dedemi çok severdik. Dedem gittikten sonra, ortak arkadaşları mekandan ayrılan ve başbaşa kalan iki herif gibi olmuştuk. Rica minnet muhabbetler. İşte anlatmaya çalıştığım oydu ama dostumun dostu benim hep dostum olmuştur.

Babam gitti, hayat o zaman başladı. Rahmetli ben uyuşukluk yapıp da günde on beş saat uyuduğumda yatağın başına gelir, önce küfürlerini sallar sonra da; 'Asıl hayat askerden döndükten sonra başlayacak. Çok ararsın bu boş geçirdiğin günlerini.' diyip dururdu bozuk plak gibi. Dedemin ona yaşatmadıklarını, benim ihtiyar da bana yaşatmak istemezdi.

Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor zaman, koskoca yıllar iki saliselik karanlığa sığıyor. Babalar rahmetli, dostlar kadim oluveriyor birden.

Evlendim, çocuklarım oldu. Oysa evlenmeyeceğime dair yemin etmiştim gençken. Erkekler annelerine, kadınlar babalarına benzeyen insanlara ilgi duyarlar diye bir klişe vardır ya hani sanırım ilk evliliğimde ben babamı bulmuştum ama o anasını bulmuş muydu emin değilim.

Evlenmeyeceğim, demiştim. Ne olursa olsun! Kirli dünya ve çocuk naraları işte... Çok yakın bir arkadaşım vardı, kız. Birbirimizi hep sevmiştik, hoşlanıyorduk da besbelli ama asla birbirimize açılamadık. Sadece şakayla karışık evlilik hayalleri kuruyorduk, birbirimizin şakaya ne kadar ciddi yaklaştığımızdan emin olamadığımız için o numara da tuttu diyemeyiz pek. Belki de bu yüzden evlenmeyeceğimize dair yeminler edip, gin fizz'lerimizi tokuşturmuştuk o gün.

+ Evlenmiyorum abi, ne işim olur ya. Hatun dırdırı çekemem.
- Sen bir de bana sor. Kadınlar çok yavan be, Korhan.
+ Erkekler de pek farksız değil. Her şey çok çabuk değişiyor...

Hahaha, şimdi komik geliyor düşününce. Güya hep beraber olacaktık, arkadaşça. Hiç evlenmeyecek ve öylece yaşlanacaktık işte. Her insan ortalama üç biradan sonra Dünya'ya meydan okuyabilir. Bir de Gin Fizz içince üstüne, o zaman gör şamatayı.

Her şey çok çabuk değişti. Hayatımın kadını olduğundan değil, bilemiyorum. Bir şekilde evleniverdim işte başkasıyla. Gizem pek alınmadı, gücenmedi. İkimiz de sevgilisi oluyordu zaten önceden de, benimkisi bir şekilde evliliğe ve ardından çocuklara kadar uzadı. İki tane çocuğum var, anneleri İngiliz asıllıydı. İlk eşim oluyor kendisi, vaftiz annesi olur mu diye Gizem'e sordu. Üçümüz beraber içki içiyorduk o gün bizim evde. Eşim bu soruyu sorduğunda biz Gizem'le birbirimize bakıp güldük. Gizem beni çok iyi tanır hâliyle, ben de onu tabi ki. İkimizin dini konulardaki görüşleri de aynıydı. Vaftiz maftiz bize göt ayağıydı işte, angarya uğraşlar... Yok efendim kulağına adı fısıldanıp ezan okunacakmış çocuğun. Bırak ya! Böyleydi düşüncemiz. O yüzden güldük ama eşim öyle anlamadı. O günden sonra Gizem'i hep kıskandı, ikinci kadın olduğunu düşündü. Aksini anlatamadım, öyle olmadığına inandıramadım. Öyleydi çünkü, yalan söylemeyi bile beceremedim... Söylesem bile yalanıma sadık kalamadım. Belki eskisi gibi değildi hislerim Gizem'e karşı ama hâlâ eşimden bile öteydi benim için.

Sıkıldım, ne yalan söyleyeyim. Belki eskiden olsa, belki Gizem'le tanışmamış olsam... Babam ölmemiş, annem de yalnızlığını ve buna benim onu ziyaret etmeyerek sebep oluşumu yüzüme vurmasa... O zaman bir farkı olabilirdi belki ama bunlar kafamdan geçerken bile hiç inandırıcı gelmedi. Bugüne kadar olmayan hiçbir şeyi zorlamadım, yürütemediğim hiçbir şeye kolundan, öbür kolundan, olmadı sırtıma alarak destek vermedim. Bir kere olmadıysa olmadı, yürümediyse yürümedi. Bitmiştir.

Babamın demek istediklerini şimdi anlıyorum, evlendiysen geçmişini geçmişte bırakacaksın. Ben Gizem'i bırakamadım. Açık konuşmak gerekirse bırakmak istemedim, hep değer verdim. Zaten babamı anlıyor olmam onun dediklerini yapmış olmam gerekiyordu gibi bir anlama gelmiyor. Ama haklı, bu şekilde yürütemiyorsunuz.

Gizem mesela, istisnadır, o yürüttü ilişkisini. Sevgilisi Berke iyi çocuktu, aramız da iyiydi. Gizem olmadan dışarı çıkıp bira içip dertleştiğimiz, Fenerbahçe maçlarını seyrettiğimiz çok olmuştur. Biraz yağ çekmek için Fenerbahçe taraftarı olmuştu. Futbolu sevmediği ve sırf ben seviyorum diye katlandığı belliydi ama olsun, önemi yok. Sonuçta bir şeyler paylaşabilmiştik.

Evlendiler de sonuç olarak, çocukları olmadı başlarda ama üçüncü evliliğimin de başarısızlığının ardından ben çocukları konumuna gelmiştim zaten. Nikâh şahitleri bendim, arabeske bağlamadım. İlginçtir, koymadı bile bana bu durum biraz da olsa. Gizem'in mutlu olduğunu görmek belki beni rahatlatan unsurdu.

O gün, belki de gerçek olan karşılıksız sevginin bu olabileceğini düşündüm. İlla sevdiğin insanla sevgili olmak, evlenmek, çoluğa çocuğa karışmak zorunda değilsindir belki de. Sonuç olarak evet evlendim üç kere, ilk eşimden iki, ikinci eşimden de bir tane olmak üzere üç tane çocuğum oldu. İki erkek bir kız. Evlendiler onlar da, torunlarım oldu. On tane torunum var. Altısı kendi çocuklarımdan, dördü Gizem ve Berke'nin çok sonraları sahip olabildikleri iki çocuğunun çocukları. Belki, gerçek sevgi budur ya da aramak başlı başına bir hatadır.

Hep tonton bir dede olmak istemişimdir. Kendi dedem gibi içten olmak ama katı kuralcı olmamak, babam gibi kendini hem sevdiren hem de nefret ettiren biri olmadan. Çocuklarıma kendi babamın bana yaptığı hataları tekrar eden biri olmadım, torunlarıma da dedemde yadigâr kalan iyi huylarla dedelik yapıyorum şimdi.

Annemle babam üçüncü balaylarıydı bu çıktıkları son yolculuk, oradan geri dönmediler bir daha. Babam biraz daha erken gitmişti, annem biletini sonraya sakladı. Hiçbir şey eskisi gibi olamadı. Sevdiğim insanlara çok değer verirdim başlarda, uzaklaşırlardı benden. Sonraları değer vermemeye başladım, yine uzaklaştılar benden. Şimdi değer vermeme gibi bir lüksüm olamaz, zaten sevdiklerim de kaçmıyorlar artık. Sıkmıyorum çünkü, sıkamıyorum.

El öpenlerim çok... Yirmi sene önce Gizem, Berke ve ben ortak bir müstakil ev aldık Marmaris'ten. Sahil kenarında, şirin bir yer. Klişe değil mi? Merak etmeyin, bahçevan tuttuk. Öyle kendi sebzemizi-meyvemizi yetiştirelim tribinde değiliz. Üçümüz, yanımıza sürekli değişen birini daha alıp bazen okey, bazen briç oynuyoruz. Gizem Batak oynamayı sevmiyor, ihaleli batak oynamak için beldenin kıraathanesine gidiyoruz.

Ha unutmadan, geçenlerde bir kalp krizi geçirdim. Sıcaklar tetiklemiş olmalı, doktor da öyle düşünüyor zaten. Durumum iyi gerçi şimdi, rahmetli annem derdi hep; 'Babanın tarafında damar tıkanıklığı, benim tarafımda kalp krizi ırsi ve sen hâlâ günde iki paket sigara, çokça içki içiyorsun. Ölürken çok acı çekeceksin.' diye. İş işten geçti tabi, içkiyi sigarayı bıraktık ama ne fayda... Hep öyle olurdu zaten. 'Montunu al, üşütüceksin.' derdi. Delikanlıyız ya, tınlamadan atardık kendimizi dışarıya. Sonra kırk derece ateşle bir hafta yatardık evde. Güzel annem, kemikleri kalmamıştır şimdi. Düşün ki yanaklarını sıkıyordum her gün...

Her şey değişiyor, insanlar değişiyor. Ben bile değiştim işte defalarca. Bazı bazı başladığım noktaya döndüm, bazı bazı yeni huylar edindim. Yıllarca yaşayıp, bir kerede ölüyorsun. Hık! ettin mi, o kesilen biletinin sesi olacaktır tahmin edebiliyorum.

Hiç yorum yok: