Berege'yi geçen turnuvada hayal kırıklığına uğratmıştım. En son bir önceki turnuvada basket oynadığımdan mütevellit kendime pek güvenim yoktu. Turnuva öncesinde de basketbolla alakalı hiçbir şey yapmamıştım.
Takımımız genç ve başarıya aç bir takımdı. Olgu, Gani ve Berege'den oluşan üçlünün yanında uzun adam olarak ben vardım. Oyun sıkıştığı anda dipten yüklenemiyorsak dıştan şu tehtidi yaratabilmesi gereken bir adam olmam gerekiyordu ama hem idmansızlık hem de kendime güven sorunlarım olduğundan pek de başarılı olduğum söylenemez. Her maç 10 ribaund istatistiğim olsa da gerisinde boş olunca 4.'lükle yetindik.
Konu şu ki, bu yaz basketbol oynayabiliyorum. Mesela geçen yaz Kırkpınar'a hiç gelmemiştim ama bu yaz oteli işlettiğimden ötürü burada olmak zorundayım. Kırkpınar'da basketbol oynamanın şöyle bir güzelliği var. Potalar benim basketbol oynamaya başladığım ilk potalar olmasa da kulübe transfer olduğum, Ülker'den, Tofaş'tan teklif alana kadar sezon dışında her yaz gelip kendimi geliştirdiğim potalardı. Sakatlanıp ve üstüne ÖSS derdiyle yüzleşip yarı-profesyonel olarak oynamayı bıraktığım zamanlarda bile sırf bu ihtiyacımı gidermek için o potalarda oynamaya devam ettim vakit buldukça.
Orta okul dönemlerim de o potada geçti. Some-add hatırlar, burayı okuyorsa eğer. Okul saati gelmeden sabah 1 saat önceden okulun önündeki potalarda buluşup oynamaya başlardık. İlk teneffüsün 5 dk. olması bile bizi durduramazdı. Yarım saatlik ikinci teneffüste, 10. dk'lık üçüncü teneffüste, bir saatlik öğlen arası ve 5.-6. ders arasındaki 10 dk.'lık diğer teneffüste hep basketbol oynardık. Yanımızda hep bir basketbol topu bulunurdu mutlaka. Bugüne kadar memesinin çıktığını, sağının solunun yarıldığını gördüğüm basketbol topunun haddi hesabı yok. Bunun yanı sıra öyle olmasını istediğimizden ya da öyle davranmak istediğimizden değil ama sırf bizimle oynayabilmek için basketbolu öğrenen, başlarda hiçbir şey bilmemelerine rağmen sonraları bizden de iyi oynamaya başlayan insanlara basketbol öğretmiş olduk.
Tabi ki, üstteki paragrafın sonundan bir boşluk aşağı inip ardındaki paragrafta; 'İşte o isimlerden biri Ersan İlyasova, diğeri de Ender Arslan!' gibi bir örnekleme yapmak isterdi gönül ama o kadar da değil tabi. Yine de yerel lige çok basketbolcu kazandırmış olduğumuz gerçeği var. Kazandırmak bir yana, ki bu kısmıyla hiç ilgilenmemiştik, bu güzel sporu insanlara sevdirebildiğimiz için ben en azından kendi adıma mutluyum.
Yazıya başlamadaki amacım da bunları yazmak değildi. Dün yine o potalarda basketbol oynamaya gittim. Yaklaşık bir aydır o potalarda basketbol oynuyorum müsait olduğum akşam üstlerinde.
Önce, zamanında Taçspor'da, Efes Pilsen'de basketbol oynadığını iddia eden, 40 yaşarlarında ve 3'lük çizgisinin gerisinden istisnasız (boşken, el üstünden, el altından, el yanından, atılabilecek ne kadar abuk şut pozisyonu varsa hepsinden...) bütün şutlarını sokan adını unuttuğum bir abi ve üç arkadaşıyla beraber maç yaptık. Basketbolu iyi oynuyor, hayvani bir şutör ama gel gör ki ben bu herif kadar çirkef bir insan görmedim. Her şeye faul diye bağırır mı biri ya? Kılın kılına değse faul diye bağıran birini düşün. Top dışarıya çıkıyor, belli. Sen de top fazla uzağa kaçmasın da yorulmayayım diye ve etrafında da topun çıkmasını engelleyecek biri yok diye çizginin üstünde topu alıyorsun. Düşün ki biri; 'Top bizde! Top bizde! Ayağın çizgide...' diye bağırıyor. Adamı dövesim, topu suratına fırlatasım geldi ama yapmadım.
Maç bitti 41-39 gibi bir skorla. Son top bizdeydi, durum 39-39'du ama abi top bizde çirkefliği yapıp bir de maç içinde attığı 17 tane üçlükten 17.'sini o çirkeflik sonucu attığı için kaybediverdik. Neyse, önemli olan katılmaktı, katıldık biz de.
Sahanın ışıklandırmalarını düzenlemişler. Hava karardı ama etraf aydınlık, durum da öyle olunca şut çalışayım bari biraz dedim. İşte yazıya başlama amacım da buradan çıkıyor. Alt tarafı iki paragraflık bir yazı yazacağımı planlayıp neredeyse aile soy ağacımı çıkarıyor olmamdan ise zerre pişmanlık duymuyorum. Siz okuyorsunuz ya da okumuyorsunuz, benim sorunum değil. Siz düşünün.
Maçtan sonra belli ki ısınmışım. Üçlük çalışıyorum... Başlarda iki giriyorsa bir kaçıyor, bir giriyorsa iki kaçıyordu falan ama daha da ısınmaya başladım. Beş tane üst üste farklı noktalardan sokmacalar bilemem ne derken gaza geldim ben. Güya screen'den kurtulup atıyor tripleri, üç-iki-bir diye bazzır biidır tripleri, Hidayetvari şut stili denemeler derken bir baktım hepsi girmeye başladı.
İşin şaşırtıcı tarafı bu değil. Bir dönemim böyle geçmişti zaten basketbol kariyerimde. İdmanlık olduktan sonra, şut çalışmaya devam ettikçe bir yerden sonra elin alışkanlık ediniyor. Ben şutları atarken etrafıma insan yığınının toplanmış olması garip. Beni profesyonel falan zannettiler herhalde, bilemiyorum ama istemeden bir şekilde onları büyülemiş olduğum bir gerçek sanırım.
Ben üst üste şutları soktukça yan taraftan, 'Vaooov' - 'Vay amına koyayım herife bak lan' gibi tepkiler geliyordu ve ben 'Hehehe ya ne lan? Bunları ben hep yapıyorum ki.' tribine girmiş olmanın gururunu yaşıyordum o sıra. Sen söylemeden ben söyleyeyim, çocukça ve gereksizdi. Ama insan eski günleri özlüyor lan. Ne bileyim Lise'de okul takımındayken maça çıkıp o maçta harika bir performans sergileyip maça gelen gerek senin okulundan, gerek diğer okullardan kızları etkilemek falan. Özlemişim. Alkışlarla yaşıyorum ulan!
Bir yandan da şutlar girmeye devam ediyor. 10 şut atıyorsam bir ya da iki tanesi kaçıyor, o kadar abarttım yani olayı. Bir de geçen batug turnuvasındaki şutlarıma bak, bütün sene basketbol oynayıp şut kastım sanarsın. Kızlar memelerini açıp imza istemeye başladı falan, Sapanca'lı abiler; 'Kardeş, sen çok iyi şut sokuyorsun. Acayip karizmasın. Biri sataşırsa gel söyle, biz icabına bakarız.' falan diye bağırıyorlar. Konfetiler, havai fişekler. Neler neler yaşanıyordu dün gece o sahada.
Yoruldum, yaklaşık 40 dk. boyunca şut çekip, topu düştüğü yerden alıp tekrar üçlüğün gerisine gidip şut çekmekten yoruldum. Bir şut daha çektim, potaya değmedi. Hani o İngiliz taraftarlar, olası bir gol kaçtığında 'oaaaaaaahh' gibilerinden bir efekt verir ya, o ses çıktı kenardaki insan istifinden. Potaya değdirememiş olduğumdan bir önceki şutta, bu sefer daha güçlü yolladım topu potaya ama bu seferki aşırı güçlü olmuş olacak ki panyanın üst tarafından bana geri geldi. Benim bittiğim an o an oldu...
'Eeh, hade lan!' dedi biri. Bir yandan izleyip, bir yandan çekirdek çıtlayan bir teyze de; 'Nazar değdirdik çocuğa, kem gözlere geldi.' dedi. Abilerden biri; 'Dövsek mi şu ibneyi? O kadar da karizmatik değilmiş.' diyordu.
Top boş boş sekiyordu, çömeldim. Saçlarım sırılsıklam, alnımdan gelen terler gözlerimin içine kadar akıyordu. Sağ dizim ve sağ elimin yumruk hâli betonla temas hâlindeydi. Etrafta kimse kalmamıştı. O an insanoğlu'nun ne kadar hain olabileceğini anladım. Onları eğlendirebiliyorsan, onlara bir şey verebiliyorsan kral sensin. Aksi bir durumda kral ölür, yaşayacak olan yeni kral'dır.
Fakat bu beni pes ettirmemeliydi, doğruldum. Kendime bir söz verdim; 'Ne olursa olsun, inancımı hiçbir zaman yitirmeyeceğim! Evet, artık kral olmayabilirdim ama bu asilliğimin kaybolmasına sebep olmayacak!'
Amcam aradı, 'Hadi lan, nerede kaldın? Gel geç işinin başına.' diyordu. 'Tamam amcacığım.' dedim, paşa paşa işimin başına döndüm.
Takımımız genç ve başarıya aç bir takımdı. Olgu, Gani ve Berege'den oluşan üçlünün yanında uzun adam olarak ben vardım. Oyun sıkıştığı anda dipten yüklenemiyorsak dıştan şu tehtidi yaratabilmesi gereken bir adam olmam gerekiyordu ama hem idmansızlık hem de kendime güven sorunlarım olduğundan pek de başarılı olduğum söylenemez. Her maç 10 ribaund istatistiğim olsa da gerisinde boş olunca 4.'lükle yetindik.
Konu şu ki, bu yaz basketbol oynayabiliyorum. Mesela geçen yaz Kırkpınar'a hiç gelmemiştim ama bu yaz oteli işlettiğimden ötürü burada olmak zorundayım. Kırkpınar'da basketbol oynamanın şöyle bir güzelliği var. Potalar benim basketbol oynamaya başladığım ilk potalar olmasa da kulübe transfer olduğum, Ülker'den, Tofaş'tan teklif alana kadar sezon dışında her yaz gelip kendimi geliştirdiğim potalardı. Sakatlanıp ve üstüne ÖSS derdiyle yüzleşip yarı-profesyonel olarak oynamayı bıraktığım zamanlarda bile sırf bu ihtiyacımı gidermek için o potalarda oynamaya devam ettim vakit buldukça.
Orta okul dönemlerim de o potada geçti. Some-add hatırlar, burayı okuyorsa eğer. Okul saati gelmeden sabah 1 saat önceden okulun önündeki potalarda buluşup oynamaya başlardık. İlk teneffüsün 5 dk. olması bile bizi durduramazdı. Yarım saatlik ikinci teneffüste, 10. dk'lık üçüncü teneffüste, bir saatlik öğlen arası ve 5.-6. ders arasındaki 10 dk.'lık diğer teneffüste hep basketbol oynardık. Yanımızda hep bir basketbol topu bulunurdu mutlaka. Bugüne kadar memesinin çıktığını, sağının solunun yarıldığını gördüğüm basketbol topunun haddi hesabı yok. Bunun yanı sıra öyle olmasını istediğimizden ya da öyle davranmak istediğimizden değil ama sırf bizimle oynayabilmek için basketbolu öğrenen, başlarda hiçbir şey bilmemelerine rağmen sonraları bizden de iyi oynamaya başlayan insanlara basketbol öğretmiş olduk.
Tabi ki, üstteki paragrafın sonundan bir boşluk aşağı inip ardındaki paragrafta; 'İşte o isimlerden biri Ersan İlyasova, diğeri de Ender Arslan!' gibi bir örnekleme yapmak isterdi gönül ama o kadar da değil tabi. Yine de yerel lige çok basketbolcu kazandırmış olduğumuz gerçeği var. Kazandırmak bir yana, ki bu kısmıyla hiç ilgilenmemiştik, bu güzel sporu insanlara sevdirebildiğimiz için ben en azından kendi adıma mutluyum.
Yazıya başlamadaki amacım da bunları yazmak değildi. Dün yine o potalarda basketbol oynamaya gittim. Yaklaşık bir aydır o potalarda basketbol oynuyorum müsait olduğum akşam üstlerinde.
Önce, zamanında Taçspor'da, Efes Pilsen'de basketbol oynadığını iddia eden, 40 yaşarlarında ve 3'lük çizgisinin gerisinden istisnasız (boşken, el üstünden, el altından, el yanından, atılabilecek ne kadar abuk şut pozisyonu varsa hepsinden...) bütün şutlarını sokan adını unuttuğum bir abi ve üç arkadaşıyla beraber maç yaptık. Basketbolu iyi oynuyor, hayvani bir şutör ama gel gör ki ben bu herif kadar çirkef bir insan görmedim. Her şeye faul diye bağırır mı biri ya? Kılın kılına değse faul diye bağıran birini düşün. Top dışarıya çıkıyor, belli. Sen de top fazla uzağa kaçmasın da yorulmayayım diye ve etrafında da topun çıkmasını engelleyecek biri yok diye çizginin üstünde topu alıyorsun. Düşün ki biri; 'Top bizde! Top bizde! Ayağın çizgide...' diye bağırıyor. Adamı dövesim, topu suratına fırlatasım geldi ama yapmadım.
Maç bitti 41-39 gibi bir skorla. Son top bizdeydi, durum 39-39'du ama abi top bizde çirkefliği yapıp bir de maç içinde attığı 17 tane üçlükten 17.'sini o çirkeflik sonucu attığı için kaybediverdik. Neyse, önemli olan katılmaktı, katıldık biz de.
Sahanın ışıklandırmalarını düzenlemişler. Hava karardı ama etraf aydınlık, durum da öyle olunca şut çalışayım bari biraz dedim. İşte yazıya başlama amacım da buradan çıkıyor. Alt tarafı iki paragraflık bir yazı yazacağımı planlayıp neredeyse aile soy ağacımı çıkarıyor olmamdan ise zerre pişmanlık duymuyorum. Siz okuyorsunuz ya da okumuyorsunuz, benim sorunum değil. Siz düşünün.
Maçtan sonra belli ki ısınmışım. Üçlük çalışıyorum... Başlarda iki giriyorsa bir kaçıyor, bir giriyorsa iki kaçıyordu falan ama daha da ısınmaya başladım. Beş tane üst üste farklı noktalardan sokmacalar bilemem ne derken gaza geldim ben. Güya screen'den kurtulup atıyor tripleri, üç-iki-bir diye bazzır biidır tripleri, Hidayetvari şut stili denemeler derken bir baktım hepsi girmeye başladı.
İşin şaşırtıcı tarafı bu değil. Bir dönemim böyle geçmişti zaten basketbol kariyerimde. İdmanlık olduktan sonra, şut çalışmaya devam ettikçe bir yerden sonra elin alışkanlık ediniyor. Ben şutları atarken etrafıma insan yığınının toplanmış olması garip. Beni profesyonel falan zannettiler herhalde, bilemiyorum ama istemeden bir şekilde onları büyülemiş olduğum bir gerçek sanırım.
Ben üst üste şutları soktukça yan taraftan, 'Vaooov' - 'Vay amına koyayım herife bak lan' gibi tepkiler geliyordu ve ben 'Hehehe ya ne lan? Bunları ben hep yapıyorum ki.' tribine girmiş olmanın gururunu yaşıyordum o sıra. Sen söylemeden ben söyleyeyim, çocukça ve gereksizdi. Ama insan eski günleri özlüyor lan. Ne bileyim Lise'de okul takımındayken maça çıkıp o maçta harika bir performans sergileyip maça gelen gerek senin okulundan, gerek diğer okullardan kızları etkilemek falan. Özlemişim. Alkışlarla yaşıyorum ulan!
Bir yandan da şutlar girmeye devam ediyor. 10 şut atıyorsam bir ya da iki tanesi kaçıyor, o kadar abarttım yani olayı. Bir de geçen batug turnuvasındaki şutlarıma bak, bütün sene basketbol oynayıp şut kastım sanarsın. Kızlar memelerini açıp imza istemeye başladı falan, Sapanca'lı abiler; 'Kardeş, sen çok iyi şut sokuyorsun. Acayip karizmasın. Biri sataşırsa gel söyle, biz icabına bakarız.' falan diye bağırıyorlar. Konfetiler, havai fişekler. Neler neler yaşanıyordu dün gece o sahada.
Yoruldum, yaklaşık 40 dk. boyunca şut çekip, topu düştüğü yerden alıp tekrar üçlüğün gerisine gidip şut çekmekten yoruldum. Bir şut daha çektim, potaya değmedi. Hani o İngiliz taraftarlar, olası bir gol kaçtığında 'oaaaaaaahh' gibilerinden bir efekt verir ya, o ses çıktı kenardaki insan istifinden. Potaya değdirememiş olduğumdan bir önceki şutta, bu sefer daha güçlü yolladım topu potaya ama bu seferki aşırı güçlü olmuş olacak ki panyanın üst tarafından bana geri geldi. Benim bittiğim an o an oldu...
'Eeh, hade lan!' dedi biri. Bir yandan izleyip, bir yandan çekirdek çıtlayan bir teyze de; 'Nazar değdirdik çocuğa, kem gözlere geldi.' dedi. Abilerden biri; 'Dövsek mi şu ibneyi? O kadar da karizmatik değilmiş.' diyordu.
Top boş boş sekiyordu, çömeldim. Saçlarım sırılsıklam, alnımdan gelen terler gözlerimin içine kadar akıyordu. Sağ dizim ve sağ elimin yumruk hâli betonla temas hâlindeydi. Etrafta kimse kalmamıştı. O an insanoğlu'nun ne kadar hain olabileceğini anladım. Onları eğlendirebiliyorsan, onlara bir şey verebiliyorsan kral sensin. Aksi bir durumda kral ölür, yaşayacak olan yeni kral'dır.
Fakat bu beni pes ettirmemeliydi, doğruldum. Kendime bir söz verdim; 'Ne olursa olsun, inancımı hiçbir zaman yitirmeyeceğim! Evet, artık kral olmayabilirdim ama bu asilliğimin kaybolmasına sebep olmayacak!'
Amcam aradı, 'Hadi lan, nerede kaldın? Gel geç işinin başına.' diyordu. 'Tamam amcacığım.' dedim, paşa paşa işimin başına döndüm.
9 yorum:
eline sağlık çok güzel yazı olmuş, özlemişim valla bu tarz yazılarını..
sağol, ben de yazmayı özlemiştim.
amcoğlu o taçsporda oynayıp ondan evvelde efeste oynayan ve size 17 üçlük atan Hacı dır kesin. Aslında arkadaşlarından bazıları birinci ligde veya ikinci ligde oynamışlığıda vardır. Bize finalde hakemlerle koymuşlardı Taçspor adına. Busene yarı finalde yenildiler yani kesin koycaktık bu sene neyse uzatmıyım. Genelde hakemlerin arkasına sığınan, kardeşiz, abiyiz biz, yenmekte yenilmekte sporun içinde falan diyip maçı kazanmak için hertürlü pisliği yapan, vuran itiraz eden adamlardır genelde. Kendilerini görürsen Işık koljenspordaki çocuklar Atatürk lisesinde oynuyorlarmış selam söylediler oraya bekliyorlarmış dersin atsın bakalım burda da üçlükleri boş kalabilirse. Yalnız Doğuşçum idmanı almışın Kırkpınarda ben haberlerini alıyorum. Sapancadanda gelen çocukları tanıyorum. Şeker abiyi tanıyan varmı dersen sapancadan gelenlere bilirler zaten. Bende gelicemde adaya gidiyorum genelde daha zor maçlar olduğu için. Neyse olm ayarlayalım geleyim dicem birgün ama kırkpınra uzun adam yok ki orda. Sen gelsene adaya hafta sonu 19,00 gibi başlıyoruz lisede biz ara beni amcoğlu
abi haftasonları otelde oluyorum, ondan zor yani.
ohoooo hafta içi oynayalım ozaman birgun geleyim ben. Kaç gibi oynuyosunuz hafta içi?
7 gibi çıkıyoruz 9-10'a kadar takılıyoruz abi gel. bekleriz.
hergunmu bugunde oynarmısınız
bugün çıkarız 7-7 buçuk gibi. yarın da çıkarız muhtemelen. yarın izinliyim ben. yasin abi de orada olacakmış.
ben cumartesi adadayım adaya gidelim cumartesi ben bugun geleyim oynarsak geleyimmi?
Yorum Gönder