4 Ağustos 2009 Salı

Babalarımız Çok Zengin #3: Road To Bilecik

Uzun bir tatil döneminden sonra Batug.com Basketbol Turnuvası'nın draftları için Gürkan; 'Ya hacı süper fikirlerim var. Eve dönüp çalışmam lazım. Ufaktan hazırlanıp Türkiye'ye dönsek mi?' diyince hepimiz bir şaşırdık. Kim olsa şaşırırdı.

Yani, patavatsız herif girmiş suitime kapıyı çalmadan. Sağımda bir hatun, solumda bir hatun, bir tanesi ayak ucumuza kıvrılmış, ben çıplağım. Adam giriyor; 'Dönsek mi?' diyor. Ya bi' siktir git sevgili kardeşim!

Sinirlendim tabi takdir edeceğiniz üzere. Şu an bu yazıyı okuyan herkes diyecektir ki; 'Gürkan çok ayıp etmiş arkadaş!' adım gibi eminim. Yahu tamam, biz de önem veriyoruz turnuvaya da drafta da. Bi' bırak, gece idman yapmışız, şutumuzu geliştirmişiz, dribbling, cross-over kasmışız. Vücut yorgun, bitap vaziyette yığılmışız. Ohooo ooo!

Sinirlenince de ağzıma geleni söyledim afedersiniz. 'Sen ne göt ne vurdumduymaz adamsın lan anten!' dedim. Aynen böyle dedim ha! 'Ya bırak olum şimdi draft'ı, Kubilay ibnesi uğraşsın ya!' dedim. Kubilay'ı tenzih ediyorum bu noktada, sinirle döküldü bu sözcükler ağzımdan o an.

Toparlandım tabi, uyku sersemliğini atmak için kalktım yataktan. Yüzüme iki su çarptım, çapakları falan aldım. Salyam akmış gece, dudağın yanından yol yapmış. Gürül gürül akıp da kuruduktan sonra izini bırakan dereler gibi olmuş dudağımdan çeneme inen mühit. Onu sildim, dişim kanamış bir de üstüne kurumuş. Dişimi falan fırçaladım.

Çıktım tıvaletten, Gürkan hâlâ odada. Ben çıplak tabi... Baktım meme uçlarını kapatmış, utanıyor herif. Arıza mıdır nedir? Kovdum bunu odadan, terlik falan fırlattım. Aynen böyle ha! 'Bir daha kapımı çalmadan, -geeel- sesini duymadan girmeyeceksin lan odama deyyus!' dedim. Dedim abi, aynen böyle!

Bir sigara yaktım, donumu falan giydim işte. Takılıyorum serin serin, klime püfürüyor vücuduma. Hemen oda numaralarından aradım herkesi; 'Saat 11 lan, kahvaltıya iniyoruz. Açık büfeyi kaçırmayalım. Konuşacaklarımız var zaten.' dedim. Şaban'la İsmail bir kızdılar bana... Hemen boku Gürkan'a attım. Ona kızdılar sonra. 'Zaten Gürkan da tam bir puşt.' türünden sevgi dolu sözcüklerle bariz arkasından konuştuk. Bu İsmail'le Şaban da dedikodu yapacak yer arıyorlar arkadaş! Kim bilir benim arkamdan ne konuşuyorlardır...

Neyse efendim, kahvaltımızı yaptık falan. Sonra bunlar dediler ki; 'Ya Douglas sen halledersin bu işi. Git de resepsiyondan bize bugün için bilet bulsunlar.' Akılları sıra gazlayacaklar beni böyle. Şeklimi koydum tabi hemen. Bunlar öyle gazlayınca, alaycı bir HAH! efektiyle Bruce Willis gülüşü yaptım. Dudağımın sol kenarı içe doğru burulma vasıtasıyla aşağıya kaydı falan, çok sempatik oldum lan. Düşün yani, ben güldüm sonra garson kız geldi boş bir adisyonun arkasına numarasını yazdı;
fayffayffayfsiksohtrinaydabıloh call me, lol :)
Neyse, akabinde açtım bizim Von McGiven'a telefonu. 'Ya babalık, bizim acil dönmemiz gerekiyor Türkiye'ye. Şimdi yer bulmakla uğraştırma. Uçak sana lazım değilse şoför gelsin alsın bizi.' dedim İngilizce olarak. Siz cahiller anlamazsınız diye Türkçe yazıyorum, biz o kadar zengin insanlarız ki ilk iş olarak İngilizce öğrendik. Böyle İngiliz aksanıyla hem de. Gaeym Oğyva diyorum ben mesela, siz dürzü gibi Geym Ovır diyorsunuz. Aramızdaki fark bu, zenginiz ya biz olacak o kadar fark. Yoksa toplumsal sınıflanmalarla işim olmaz. Zaten tepe noktasındayım muagoyyim.

Ben emredince şoför geldi tabi bir saatte. Dedim; 'Ver anahtarı Bell Boy'a çektirsin parka uçağı. Açsındır, gel kahvaltı et. Sonra yola çıkarız.' O kadar da verici bir zenginim yani, iyi niyetliyim.

Şoför kahvaltısını yaparken, biz de eşyaları falan toplaması için komilere para verdik bizim yerimize topladılar aşağıya kadar indirdiler valizleri sağolsunlar. Attık uçağın bagajına Türkiye'ye geldik. İsmail, 'Benim Ankara'ya gitmem lazım lan.' dedi. Hiç çekemedim şimdi artizliğini İsmail'in, şoföre dedim; 'Al şunu götür Ankara'ya da sussun.'

Şoför İsmail'i götürdü biz de Kadıköy'de birer bira içelim dedik. Oturduk Şaban, Gürkan ve Kadıköy'de bizle buluşup eşlik eden Kubilay'la muhabbet falan ettik. Gülüyoruz eğleniyoruz, çocuklar gibi şen takılıyoruz. Ortam güzel geldi, rahat iyi bir yer. Gürkan garsonu çağırdı; 'Ne kadar?' dedi. 'Hemen bakıyorum efendim... Altı bira, çerezler, patates... 50 lira verseniz yeter efendim.' dedi garson. Biz başladık gülmeye tabi, altımıza sıçıyoruz. Eleman bakıyor tabi bön bön. Acaba hesaba mı itiraz edeceğiz yoksa sarhoş muyuz onu çözmenin derdinde muhtemelen. 'Ya dayı, ben hesabı sormadım ki... Mekanın fiyatı ne kadar onu merak ediyorum. Sevdik burayı almak istiyoruz.' dedi Gürkan bu sefer. Eleman bir şok daha yaşadı tabi. Baktık herif umutsuz vaka, ölecek birazdan şaşkınlıktan. Şaban; 'Oğlum bu herifin yaşaması için bir şok daha lazım.' dedi. Çağırdı garsonu; 'Burayı alınca gazino yapacağız mekanı. Seni de dansöz kılığında erkeklere satıcam.' dedi. Ağladı falan bu garson, koşarak uzaklaştı. Kubilay, canım benim, bir burkuldu bir üzüldü. Teselli ettik onu, şaka yaptığımızı falan anlattık. Aslında herifi sevdiğimizden dem vurduk.

Neyse, sonra kafalar biraz ayılınca vazgeçtik tabi mekanı almaktan. Niye alalım ki olum? Küçük bir devletin yıllık gelirini sadece benim babam bir ayda kazanıyor lan! Düşün, daha bunun Gürkan'ı, Şaban'ı, İsmail'i var. Onların babaları da çok zengin, babam gibidir onların babaları da zaten o yüzden.

O değil de geçen gün yine gittik mekana, bu sefer Şaban yok. Garson hâlâ yaşıyor, daha sağlıklı gözüküyor hem de. Kalkma vakti geldiğinde Gürkan buna; 'Ne kadar?' dedi. '22 cm, kalkınca ama.' dedi eleman. Dün ben tek başıma gittim baktım, ayın elemanı çerçevesinde bizim garsonun fotoğrafı var. Göz kırpıyor falan fotoğraf, Harry Potter'ın büyülü kartları gibi. Merak ettim tabi, sordum diğer çalışanlara; 'Bu teknoloji gelişti mi ya?' dedim. 'Abi o gerçek!' dediler. Uyandım tabi mevzuya; 'Eyvallah çocuklar.' dedim. On bin dolar bahşiş bıraktım eve döndüm. Kayser Söze gibi adam Gürkan, aslında azılı bir psikopattır kimse bilmez.

Haftaya Bilecik'teyiz. Gani'yi öpmek istiyoruz mesela en basitinden.