Otobüs yolculuğu çok kötüydü. Hayır işin kötüsü, iş görüşmesinden sonra eve de uğramadık. Babam İzmit'e gidecekti, beni otogara bıraktı ve gitti. Bebeğin sürekli çığırması bir yana, üstümde gömlek, ceket... Kendimden geçtim.
Üsküdar'dan Beşiktaş'a gelirken motorda bir kadınla önce bir bakıştık, sonra rıhtıma yanaşırken biraz muhabbet ettik. (Merdivende beklerken, buyrun siz geçin, ah yok siz geçin muhabbeti.) Sonra o yoluna ben yoluma... En son James Joyce'a doğru Nevizade'den inerken biriyle bakıştık bakıştık bakıştık. Hatun utanmasa; '
Bir barbekü sosu alayım.' diyip, beni bana bana yiyecek. Demek ki neymiş? Takım elbise işe yarıyormuş. O kadar alternatif tipin içine ceketle girince adam sanıyorlar arkadaş. Değilim halbuki...
Neyse efendim, ben James Joyce'a girdiğimde içerideki kadro şuydu;
Oturanlar: Şansal, Cem, Seko, Gürkan, Arda Başkan
Ayaktakiler: Ben (Yer bulamadık lan başta, sonra iyi oturdum ama.)
Spektaküler: Köri sosu kokan, Hint'li benzeyen ama aksanlı ve akıcı İngilizcesiyle dikkat çeken mekanda Cem, Şansal ve Benim dışında United'ı destekleyen tek abimiz.
Daha sonra Can, onun akabinde Şaban ve Kutay'ın gelmesiyle dün geceki kadro son şeklini aldı.
Valla işin James Joyce kısmını Numaraiki'de muhtemelen yarın Cem'in kaleminden okuyacaksınız Irish Açılımı #5 olarak. Ben az biraz bahsedip geçeceğim... Dün biz üç United'lı telefonlardan marş mı açmadık, bağırmadık mı? Yapmadığımız nane kalmadı. Totem olsun diye yerimi değiştirttiler. İşe yaradı gerçi. İlk yarıda Arda Başkan'ın yanında otururken, ikinci yarıda '
Ne biçim United'lısın lan? Yanımıza gel.' gibi bir sözlü tacizle karşılaşınca denileni yapmak zorunda kaldım.
Maç sırasındaki en komik olay herhalde Cem'in kendini ortama kaptırıp, United gole giderken ofsayt verilen bir pozisyonda kafasını masaya gömüp gayet içli bir şekilde; '
No no! No offside!' diye bağırmasıydı sanırım. Şansal'ın (Şansal yazdım şimdi, haber vermek gerekecek adının geçtiğini) küfürleri de gayet
renkliydi. Yediğimiz Bacon Sandwich ziyadesiyle tuzluydu, Köri abinin kokusunu bile bastırdı mübarek. Biralar alt katta 5 lira iken üst katta 7.5 lira idi, Cem'e göre maçın fiyatlara etkisi vardı.
Maçın ardından topluca Akdeniz'e gittik, orada içmeye devam ettik. Arda Başkan erken ayrıldı, yaklaşık 20 dk. sonra Can-Şansal ve Cem de gidince Seko, Şaban, Kutay ve Gürkan'la devam ettik Akdeniz'de. 1 saat kadar sonra Seko salıverdi kendini biz daha oturacağız dediğimizden ötürü. Seko gittikten yarım saat sonra da son biraları içip kalktık. Bambi'de ıslaktır, dürümdür, dilli tosttur derken yemeğimizi yiyip Kutay ve Şaban'ı yolcu ettik.
Akabinde güya yarım saatliğine Pulp'a gittik ve bir daha da sabah 11'e kadar oradan çıkamadık. Orada da ikişer tane kokteyl, üstüne yukarıda Gürkan'ın kafasındaki ve benim kafamdaki kaskı kullanarak ilginç birer Tequila Bom-Bom yaparak o geceki içme faslına son verdik. Gürkan, 6 civarıydı, salıverdi kendini koltukta sızdı. Ben de yaklaşık yarım saat sonra koltuğun öteki tarafına salıverdim kendimi. Ben sızarken mekan doluydu, şarkılar falan çalıyordu. Gözümü açtığımda hava aydınlıktı ve etrafta kimse yoktu. Gürkan için değişik bir deneyim olmuş oldu, ilk defa mı barda sızdı bilmiyorum ama ilk defa barda uyandığını biliyorum.
-Gada get get- Karşıya geçtik, Kadıköy'de Burger'a gidip kahvaltı yaptık. Gürkan ısmarladı, maaşı almış çok bonkördü. Kesene bereket dayım... Terasa çıktığımızda kimse yoktu, akşamdan kalmalığın etkisiyle çalan şarkılarda dans etme raddesine kadar geldik. İrlanda bayrağı gördük terastan, karşısında saygı duruşuna geçtik, milli marşlarını bilmediğimiz için sağ elimizi kalbimizin üstünde tutarak saçma sapan bir geyik yaptık. Burger'ın tuvaleti az eziyet çekmedi mesela... Burger çıkışında sokaklarda iki dakikada bir '
Gotta get get' diye efekt vere vere dolaştık. Diline doladım şarkıyı Gürkan'ın, Boom Boom Pow! Ali Bilgin... Bileciksin...
Beşiktaş iskelesinin orada iki çay içtikten sonra ayrılık vakti geldi. Ben memleketime, Gürkan evine... Tabi şimdi şöyle bir şey deme hakkınız var; '
Ulan o kadar yazmışsın yine hayvan herif, nerede fotoğraflar?' Bütün gün kimsenin aklına gelmedi fotoğraf çekmek. En son benim aklıma Akdeniz'deyken geldi orada bir kaç fotoğraf çektik Şaban'ın telefonla o kadar. Fotoğraflar da Şaban'da, kendisi koyar zaten atınca bilgisayara.
Kutay'la da tanıştık, memnun olduk. Daha doğrusu Gürkan'la Şaban tanıyordu da biz yeni tanıştık. Eh, artık darısı Mete'nin başına diyoruz. Bu son fotoğraf da Kadıköy'de benim şans eseri görüp, Gürkan'a gösterdiğim ve akabinde onun da 'Dayı hadi geç altına fotoğraf çekeyim hıahahahaha' diyip saçma sapan bir girişimde bulunmamıza vesile olan tabela. Uzun Hafız Sokağı, cuk diye oturdu. Yapacak bir şey yok, kıramadım Gürkan'ı, verdim pozu. Sanatsal bir şey olsa soyunurdum da...
Maçla ilgili olan görüşlerimi bu geceye, şayet sızmazsam, bırakıyorum ve kendimi dışarıya salıyorum.