29 Aralık 2009 Salı

Statlar Doğru, Şehirler Yanlış

Fenerbahçe'nin basın bildirisiyle başlayan "2016 statları arasında Şükrü Saracoğlu niye yok?" sorusuyla başlayan, aday şehirlerin lokasyonu ile devam eden tartışmaya ben de gireceğim. Öncelikle önümüzde iki tane soruyu ortaya koyalım; ilk doğal olarak, "2016 statları arasında Şükrü Saracoğlu niye yok?", ikincisi de "Neden Kayseri'den doğusunda yer alan hiçbir şehir aday değil?"


Birinci soruda cevabım "İyi ki Şükrü Saracoğlu yok" olacak. Bunun ilk nedeni Şükrü Saracoğlu'nun her maç günü yaşadığı trafik sorunu. Anadolu yakasının ikinci köprü dışında neredeyse tüm trafiği Şükrü Saracoğlu'nun etrafında şekilleniyor, ve açıkçası maç günleri gerek stada ulaşmak olsun, gerek de birinci köprüye gidiş-geliş olsun gayet bir sıkıntılı bir hal alıyor. Fenerbahçe kulübünün internet kafeden Facebook'a giren Gaziosmanpaşalı gençler gibi yazdığı basın bildirisinde belirttiği gibi diyebilirsiniz ki, altı sene içinde bu düzeltilebilir. Ama nasıl düzeltilebilir? Şükrü Saracoğlu'nun çevresi, bina yerleşimi olarak çoktan oturmuş bir halde. Oradaki nadide boş alan eski Salı Pazarı'nın kurulduğu otopark, ki o da zaten maç günü otopark olarak hizmet veriyor. Tapulu binaları yıkarak mı renovasyon (kelimeye gel!) yapmayı düşünüyor Fenerbahçe? Bu açıdan Olimpiyat Stadı ve TT Arena gayet şanslı durumda. Olimpiyat Stadı'nın etrafı zaten bomboş, oradaki köyler de kolaylıkla İstanbul'un başka bir yerine taşınabilir. Doğru bir planlama, toplu taşıma seçeneklerinin arttırılması ve alternatif yollar üretilmesi ile Olimpiyat Stadı'na ulaşım kolaylaşabilir, benim hala umudum var o konuda. Keza TT Arena da hala yapılmakta olan bir stad olduğu için, çevre düzenlemesi konusunda Şükrü Saracoğlu'ndan daha fazla olanağa sahip bir yapı olacak.


Post tamamen Fenerbahçe'ye yanıt şekline bürünecek, ama basın bildirisindeki birkaç mantıksızlığı belirtmem lazım. "TFF, yapılmış olan statları düzeltebilecekken, henüz proje aşamasındaki statları neden aday olarak gösterdi?" benzeri bir yaklaşım getiriyor. Basitçe şöyle cevap vereyim, sıfırdan yapılan statlarda istenilen çevre düzenlemeleri daha rahat yapılabilir. Gerçi projeleri henüz görmedik, aday illere yapılacak statlar nereye ve hangi koşulda yapılacak bilmiyoruz ama sırf yukarıdaki nedenden dolayı aday stadlar Fenerbahçe'nin önünde yer alıyor.


Fenerbahçe'nin bir diğer serzenişi de, "Biz UEFA Finali'ni efendi gibi yaptık, ona rağmen yokuz". Burada da itirazım var, olay Fenerbahçe tarafından hep stadın içine çekilmeye çalışılıyor, halbuki problem stadın dışında. Zaten o bölgede varolan normal trafiğin üzerine eklenecek maç trafiğinin yanı sıra, sırf bu şampiyonayı izlemek için İstanbul'a gelecek olan yerli-yabancı turistin varlığı da göz önünde bulundurulursa Şükrü Saracoğlu ve çevresinin İstanbul'un en felç noktası olabileceği ihtimali hep gözardı edilmekte. UEFA Finali en fazla bir kaç günü etkileyebilecek bir organizasyon, oysa ki Avrupa Şampiyonası'nda bu süre 1 aydan fazla süre İstanbul'u etkileyecek. Planlamanın da buna göre yapılması gerekmekte.

Gelelim ikinci mevzuya. Fenerbahçe'nin, eğer Şükrü Saracoğlu aday stad olarak seçilmiş olsaydı, "Türkiye'de niye Kayseri'den sonrası yok?" sorusunu ağzına bile almayacağına yüzde bin eminim. Kendi savlarının ülke çapında kabul görmesini sağlamak için bu soruyu da bildiriye kattıklarını düşünüyorum. O yüzden Fenerbahçe'nin samimiyetini geçiyorum.

Kayseri'nin doğusundan hiçbir il olmaması çok büyük bir sorun. Kayseri belki bir nebze kabul edilebilir ama Konya'nın aday il olmasını da birçok kişi gibi siyasi bir tercih olarak görüyorum. Neticede aday şehirlerdeki stadların yapımı, çevre düzenlemesi, yerel düzeydeki yapılar büyük çoğunlukla hükümet bütçesinden ayrılan kaynakla sağlanacak. Hükümeti memnun etmek için de Diyarbakır veya Antep yerine Konya seçilmiş olabilir. Ama aday şehirlerde en garibi Karadeniz'den hiçbir ilin olmaması. En basitinden Trabzon ve Samsun, aday şehirlerde Konya'nın, hatta Kayseri'nin yerini rahatlıkla alabilir. Bu konuda benim daha da ilgimi çeken şey Spor (ya da kabul edelim, Futbol) Bakanı Nafiz Özak'ın Trabzonlu olması, hatta bir dönem Trabzonspor başkanlığı da yapmasına rağmen, bu listeye hiçbir itiraz etmemesi, itiraz edenlere de hiçbir açıklama getirmemesidir.

Diyarbakır'ı elerken terör olayları belki bir kriter olabilir ama, şampiyonanın bir ayağının orada yapılması, o herkes tarafından her zaman kullanılan "bölgenin kalkınması" lafının en önemli dayanağı olabilirdi. O fırsat kaçtı. Ama Gaziantep'in hangi kriterlerin dışında kaldığını açıkçası bilmiyorum.

TFF'nin bugünkü basın açıklamasında açıklanan kriterler dikkat çekici: "Şehrin raylı sistem ya da metroya sahip olması, aday şehirler arasındaki mesafenin kısa olması, şehirlerin birbirine toplu taşıma sistemleri ile bağlanmasına engel olacak bir problemin yaşanmaması, ev sahibi şehrin yaz turizminde çekim merkezi olması, 50 bin seyircinin bir gecede diğer şehirlere rahatlıkla ulaştırılabilmesi, maçların oynanacağı stadyum ve çevresinin en az 100 dönümlük bir arazi içinde yer alması, aday şehrin turnuva için belirlenen 4 konaklama merkezine yakın olması, şehrin minimum 2600 odalık otel kapasitesine sahip olması"

Konunun uzmanı değilim ama, Trabzon veya Samsun gibi zaten tramvay ihalesi yapılmış olan şehirlerde, Euro 2016 başlayana kadar raylı sistemin olmayacağını düşünmek büyük bir hata. Ha, ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bir raylı sistemi 12 senede yarım yamalak bitirdiğine de şahit oldum; o yüzden biraz temkinli yaklaşmak doğru ama, adam gibi işini yapan bir firmanın en kötü 4 senede raylı sistemi bitirmesi mantıklı.

Aday gösterilen şehirlerin hepsinde havaalanı var, keza Trabzon, Diyarbakır ve Gaziantep'te de var. Yine tüm bu illerin hepsine neredeyse tüm otobüs firmaları gidiyor. Ayrıca bir sürü yerel firma da mevcut. Euro 2016 yaklaşırken THY ve onun yan kuruluşları olan Sun Express ve AnadoluJet gibi firmaların yanı sıra; Pegasus, OnurAir, Atlasjet gibi firmaların da aday şehirler arasındaki seferlerinde bir artışa gitmesi ve yeni kampanyalar düzenlemesi gayet mantıklı bir beklenti. E tüm bu olanaklar ışığında, aday kentlerin arasındaki mesafenin kısa olması neden önemli bir kriter olarak ortaya çıkıyor, onu da anlamış değilim.

Otel konusuna ise hiç girmiyorum, Trabzon'da 2600 kişilik otel kapasitesi yoksa, zaten il olmaktan çıkarılsın. Farzedelim ki yok, yine tramvay mevzusunda belirtildiği gibi 4 senede bir çok otel de yapılabilir, rahatlıkla bu kapasiteye ulaşılabilir.

Toparlamak gerekirse, Şükrü Saracoğlu'nun seçilmemesini mantıklı buluyorum. Ha diyeceksiniz ki, "Ulan diğer şehirlere "O yapılabilir, bu yapılabilir" diye saydın, Fenerbahçe'ye niye yapılamaz?" Dediğim gibi, Fenerbahçe'ye de yaparsın ama, haritada gösterdiğim gibi stadın çevresindeki her yapının yeniden düzenlenmesini de gerektirir bu iş. Diğer örneklerde olduğu gibi bu yapılar kamuya veya belediyeye ait değil, özel kişilere ait yapılar olacak ve doğal olarak masrafı daha fazla olacak.

Şükrü Saracoğlu'nun yaşadığı sorunların bir benzerini İnönü de yaşıyor aslında. Gerek trafik olsun, gerek çevresindeki yapılar olsun, gerek stadın büyük bir bölümünün sit alanı olması olsun; yenileme yapılması zor olan bir stad. Dolayısıyla İnönü'nün de aday stadlar içinde olmaması gayet mantıklı.


Benim şehir listem ise şöyle olurdu: İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Trabzon, Gaziantep, Diyarbakır. Yedek listemde de Eskişehir, Kayseri ve Erzurum olurdu. Eskişehir'i yüreğim kan ağlayarak yedek listeye koydum ama Bursa-Eskişehir-Ankara çizgisinde bir il fazla oluyordu, mecbur kaldım.

NBA All-Star 2010: Usher - More

Alnını Öperim!

Eskaza Kanal 7'nin önünden geçiyorduk, babam sever ta 22. kanaldan FB TV'ye kadar tek tek gitmeyi, kanal numarasıyla işi olmaz. (Digiturk tabi ki... En sevdiğimmmmmmm lol (:)

Eklem ağrıları falan var babamın, tam da konu oymuş, altta kocam yazıyor. Uzman görüşü falan fişman diyordu. Durdu babam, çevirmedi kanalı. Dinlemek istedi tahminen, belki bi' boka faydası olan bir şey söyler diye biri.

Sunucu kadın adama sordu o sırada ki o an odada bulunanlar o soruyor öyle bir cevap beklemiyorlardı tahminen;

+ Alzeimher'den korunma yolları nedir hocam?
- Şimdi her şeyden önce kişinin alnı secdeye değecek..!

Buymuş, geçti babamın bütün eklem ağrıları. Namazını da kılıyordu gerçi ama demek ki o fetvayı dinlemesi de gerekiyormuş. Quest mantığıyla çalışıyor herhalde bu işler de, ben anlamam pek.

O değil de, bilimin geldiği son nokta bu. Yeni bir patch çıkana kadar, en iyisi de bu...

Decade Şekli Yaptım

Aga baktım, önce bir röportaj geyiğiydi gidiyor idi, çok şükür onu hallettik. Aga bi daha baktım decade geyikleri türemiş. Geri kalmak olmaz, bizim çucuklar bile yapmışlar bir şekilde işte, dedim ki; 'benim neyim egzik la?'

Ahanda bu da da o sapkın fikrimin mahsulü, kendi nazarımda best ealbüuyms of dekeyd!

U2: All That You Can't Leave Behind
Beck: Sea Change
The Killers: Day & Age
Blonde Redhead: 23
Sigur Ros: Ágætis Byrjun
Coldplay: Parachutes
Interpol: Turn on the Bright Lights

Muse: Origin of Symmetry
Madonna: Hard Candy
Eminem: The Marshall Mathers LP
Robbie Williams: Sing When You're Winning
Flogging Molly: Swagger
Blonde Redhead: 23
Madonna: Hard Candy
Rage Against The Machine: The Battle of Los Angeles
Limp Bizkit: Chocolate Starfish and the Hot Dog Flavored Water

DeVotchKa: How It Ends
Beirut: The Flying Club Cup
Linkin Park: Meteora
Justin Timberlake: Justified

Dekeyd hesabı diye yabancı albümleri kodum, son on yılın en babafingo albümleri diye de yılbaşından sonra Türkçe albümleri şeyederim. Öptüm.

A Finish To Remember


Maçın üzerinden neredeyse 1 ay geçecek ama şunu izlerken denk geldim, güzel bir çalışma olmuş.

27 Aralık 2009 Pazar

ESPN Sports Center: Images of the Decade


Video için Kubilay'a teşekkürler.

Cesc Scores!

Gettt Images Presents...

Arsenal 3 - 0 Aston Villa

26 Aralık 2009 Cumartesi

Alyssa Milano's Evolution



Ah ulan Dove! Bir dönem bütün kadınları o reklamla kandırdın, şimdi daha mı iyi oldu?

Lakers Fans Throw Foam Fingers


Hehe, siteye gel...

24 Aralık 2009 Perşembe

Status Updates

College Humor sitesi geyiğin dibine vurmuş, çok hoşuma gitti. Lord of the Rings karakterlerini dalgaya almışlar, Aragorn'un elf kızları muhabbetine yarıldım... Diğerleri burada...

Maskot Yaratamamak - 2

Trabzon 2011 Avrupa Gençlik Olimpiyatları için seçilen maskot. Avrupa Olimpiyat Komitesi'ne onaylanması için gönderilmiş, henüz resmi değil. Logoya da buradan bakılabilir. En azından Trabzon'a özgü bir figür olmuş, hamsi. Biraz eblek bakıyor ama en büyük problem uygulamada olacaktır bence. Nasıl bir kostüm yapmayı düşünüyorlar acaba?

R.I.P. Albert

United tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan Münih faciasından sağ kurtulan 21 kişiden biriydi. İki gün önce hayatını kaybetmiş, iki gündür her türlü basın kaynağından uzak kalınca göremedik tabi. Kulüpten ayrıldıktan sonra da kulüple bağlarını koparmamış, hep dirsek temasında bulunmuş, 2007 yılındaki şampiyonlukta da kupayı Giggs'in avuçlarına bırakan isim olmuştu vs. vs.

Busby'nin evlatlarından birine daha güle güle deme vakti, öyleyse güle güle Albırt...

Hepimiz Zenciyiz

Zenci fobisi kırıldıkça, bu liste uzayıp gidecek tabi ki...

Kendimle Oynuyorum #11

Balkona çıktım bugün, mazeretim yine sigara tabi. Köpeğin biri iki tane kedi kovalıyordu... Bildiğin Amerikan televizyonlarında verilen helikopterden 'suçlu - polis' kovalaması gibi bir sahneydi. Bir yere kadar aynı doğrultuda koşan iki kedi, sanıyorum ki o ara biri diğerine 'hey dostum, dağılalım, ikimizi de kovalayamaz' demiş olacak ki, farklı yönlere doğru koşmaya başladılar. Köpek ambale oldu tabi, kafası karıştı. Bir fırt çektim sigaramdan ki öyle derin; 'Pıst!' dedim, parmağımla işaret ederek; 'Şu tarafa gittiler...'

RT ahmethc Gürkan Menteş kafayı lalelerle bozmuş, beze yapmış. Kendisini Kadir Topbaş'a havale ediyorum.
about 3 hours ago from web
retweeted by DouglasMcGiven and 92 others

Apartmanın yanında bir ağaç var, ne ağacı olduğunu bilmiyorum. Böyle normal bir ağaç, vasıfsız... Meyvesi falan yok, baharda yeşerir yazın gelişme bölümünü geçince sonbaharda aptallaşır ve kışın sonuç olarak yaprakları döker. Ağaç ama, bildiğin ağaç. Herkes o konuda mutabık. İşte o ağaca bir hafta önce ya alt kattan ya da üst kattan birinin balkona astığı şeyler şiddetli bir rüzgâr esnasında, ki bir hafta içinde iki gün gayet rüzgârlı günler geçirdik, düşmüş. Ağacın yapraksız dallarında sutyenden tut, bagzır, kolsuz atlet, dantelli dona kadar türlü şey mevcut. Artık kimin çamaşırlarıysa utancından almaya tenezzül etmemiş olacak ki hâlâ orada duruyorlar. Bizim yılbaşı ağacımız da bu işte komik ama olsun. Komik olduğu konusunda herkes mutabık.

Bazı kadınlar iyi sevişemiyor. İyi seviştiklerini sanıyorlar ama öyle olmuyor. Öyle sanmalarının sebebi ise her erkeğin 'taş olsun deliği olsun.' kafasında yaşadığına olan inançları.

Ankaragücü Roger Lemerre'i oturtmuş koltuğa diyürlar. İki gündür medya ile ilişkim sadece iddaa bülteni olduğundan daha yeni duydum. Ucuz numaralar bunlar Gökçek... Millet beyaz eşya, kömür dağıtır herif futbola yatırım yaparak sempati toplamaya çalışıyor. Vay anasını be... Yine seçerler bak bu herifi!

Canları sıkılınca akşam üstü yürüye yürüye İstanbul'a gitmeye karar verip karanlık basınca; 'biri bizi bayıltıp siker lan yolda...' düşüncesine kapılıp, bir kaç da köpek uluması, hışırtı vs. sesini duyunca tırsıp aynı yolu geri dönen arkadaşlarım var. Akşam üstü yola çıkmışlar, geri döndüklerinde sabaha karşıymış...

Coupling'in en çok güldüğüm sahnesinin şu olduğuna kanaat getirdim ama ne yazık ki kaliteli bir çekime denk gelemedim;


Jeff: Steve’s whole fantasy life revolves around Mariella Frostrup… If he ever meets Mariella Frostrup in person his right hand will shout 'mother'.

Şu alemde yakın arkadaşlarından biri dişi olup da ona içten içe aşık olan çok erkek vardır diye düşündüm geçenlerde. 'Ya şu çocuktan çok hoşlanıyorum...' diye başlayan her cümlede kalbini sıçası gelen erkekler azımsanmamalı!

The Mummers fena grup değilmiş, sevdim albümlerini. Geçenlerde cnbc-e'de adını hatırlamadığım bir programda denk gelmiştim. Aferin onlara...

Şu Defacto denen gerizekalı markanın 'Jean Jean çıkacak Jean çıkacak' mottolo, Jean çıkarma odası temalı aptal reklamındaki eli mikrofonlu bağyan çok tatlısınız ama o reklam ve yaptığınız gerizekalı titrek dans bunu tamamen ikinci plana atıyor. Aferin sana...

Aşık olduğum ikinci kız, ilkokuldaydı, 'beni seviyormuşsuaaaaaan!' demişti sıramın üstüne oturup, bacaklarını da açarak. İyi ki ilkokuldaymışız diyorum aklıma geldikçe! Götüm yiyip de 'evet, var öyle bir olay.' bile diyememiştim, o kadar utangaçtım. Lise 2'den sonraki döneme denk gelseydi kötü olabilirdi. Dün gördüm, estetik falan derken bok etmiş kendisini. Estetik nedir ya?

'Allah çirkin şansı versin' derler ya, o var bende işte. İddaa konu dahilinde değil, kendisiyle olan anlaşmamızda bu yüce hediyeyi emek gerektirmeyen maddi kazançlarım için kullanmayacağıma dair bir ibare var.

Kalbimi çok kırdılar bu ara, kadınlar konusuna fena halde takmış durumdayım. Süpermetrop gözlüğümü takıp, yanıma aldığım bir şişe kırmızı şarap eşliğinde pipo tüttürürken bu konuyu irdeliyorum; 'Kadın nedir ki?' İşte o anlardan biri;

Kaçan mı kovalanır yoksa kovalayan mı kaçırır? Al sana bir Yumurta 3rd Generation vakası... Ya da bir bakıma tecahül-i arif...

Bazen insan elindekinin avucundakinin değerini bilemiyor. Gerçi o avuç hiçbir şekilde boş kalmıyor da... Avuç içi kadar mutluluk yeter.

Sıkıldım bok bok internette dolanmaktan. Yılbaşından sonrası için ciddi planlarım var. Öncelikle şu gereksiz açık öğretim zırvasından kurtulmak için ders çalışmaya başlayacağım, ardından internette geçirdiğim gereksiz vakti asgariye indirip uzun süredir ara verdiğim kitap okuma eylemine geri döneceğim. İlk hedefim 'İstanbul'un Nâzım Planı' yazar Sunay Akın...

Bugün yine polis aramasına denk geldik. Herkesten kimlikleri topladılar, bir memur da telefondan sırayla toplanan kimliklerdeki TC Kimlik numarasını okuyordu, kontrol edildiğini düşünüyorum ciddi ciddi zira daha önce de kimlik sorgusuna bolca denk geldik ama hiçbir zaman böyle telefonla falan kontrol edilmemişti.

İşin garibi ise şu; adam belki de 45-50 tane kimliğin numarasını söyledi telefondakine hiçbirine bir şey demediler, benim kimlikte olay oldu lan. '5100.... hede hödö' diye okudu kimlik numarasını herifçioğlu, hemen önümüzdeki masadalar duyuyoruz; numarayı okuduktan sonra durakladı biraz 'Doğuş, evet.' dedi, durakladı tekrar. Sonra tekrar durakladı; 'M..., evet.' dedi. O sırada Samed'lerin; 'Aha Doğuş'u alacaklar içeri ahahaha' muhabbetlerinin de gayet duyulur bir şekilde olmasından mütevellit bütün gözler bana çevrildi. Ciddi ciddi alacaklar sandım. Hayır alabilecekleri tek konu da askerlik tecilini unutmuş olmam. Onun da öğrenci olduğuma ilişkin belgesi yanımda zaten, sadece şubeye gitmeye üşeniyorum!

Paranormal Activity kulaktan kulağa yayıldığı gibi ahım şahım bir film değil ama izlenmeyecek de bir film değil. Hatta uzun zamandır izlediğim en iyi gerilim filmi diyebilirim... Testere'nin bilmem neyin bilmem kaçıncısının çekildiği, olayın mantığını kavrayamamış abzürt Türk Sineması Gerilim Filmlerinin bollaştığı şu dönemde ilaç gibi geldi.

*Spoylır Vercem!*

Öncelikle Birol kişisinin Sabancı Üniversitesi yurtlarında izledik filmi, bütün ışıkları, pencereleri kapatarak. Yurt odası da ıssız bir yerde, ses konusunda bir sorunumuz olmadı. Tam moda girmelik vaziyetteydik.

Filmin başlarında bol bol sıkıldık. Kadının göğüsleri, herifin tipsizliği hakkında kubist, dadaist ve bilimum -istliğimizle beyanatlarda bulunduk birbirimize. Yanılmıyorsam 18. günden sonra anca kanalize olduk filme. Olaylar sıklaşmaya, girizgâh ve ısındırgâh durumları bitmeye başlayınca bir anlam ifade etmeye başladı.

Ekşi Sözlükte olduğu gibi en baba sahnenin kadının yataktan çekildiği bacaklı macaklı sahnenin olduğu konusunda hem fikirdik hem değildik. Kadının yataktan kalkıp hipnoz hâlinde 3 saat manitasını izlediği sahnelerde ve adamı öldürdükten sonra bilmem kaç saat oturduğu yerde arabaların ön camlarındaki sallabaş gibi sallandığı sahnelerde yarıldık. (Böyle izlenmez gerçi böyle filmler de birlikte Evil Dead izlediğimiz için zamanında bol bol, dayanamıyoruz.)

*Spoylır Verdim!*

Gecenin bir yarısı acıktım, evde yiyecek hiçbir şey yok. Tost, yumurta vs. yapmaya da üşenir vaziyetteyim. Bir kâse antep fıstığı ile doyduğuma inandırmaya çalışıyorum kendimi ama nafile... Yumurta yolları gözüktü sanırım.

Gecenin bir yarısı yemekten bahsedince ampul yandı... Marka neydi hatırlamıyorum ama bir firma dondurulmuş lahmacun üretmiş, şaka gibi. Gecen buzdolabının dondurucusunda süperfireş pizza var mı diye bakarken gördüm. '-bilmem kaç- dakika kısık ateşte bekletin' diyordu üzerinde, aldım krep tavasını attım içine ısıttım ve yedim.

Şunu söyleyebilirim ki tadı fena değil. Bildiğimiz tradiyşınıl bir lahmacun lezzetinde değil ama idare ediyor. Benim gibi günde altı-yedi öğün yiyen, 'en sevdiğim öğün gecenin bir yarısı' diyebilen ve; 'Çöp olsa yerim, yeter ki kolay hazırlanabilsin, uğraştırmasın.' kafasındaki herkese öneririm, bir deneyin derim.

Bitmiş bir ilişkiden sonra arkadaş kalınabileceğine inanıyorum, kalıyorum da ama tad vermiyor. Arkadaş var, arkadaş var değil mi ama? Oluyor ama olmuyor aslında. Hem gol hem penaltı...

Önemli günler ve numaralar hafızası pek iyi olmayan bir erkekseniz kafanıza bir çok şey yiyebilirsiniz. Telefonlar suratınıza kapanabilir, çaldığınız kapı size açılmayabilir.

Önemli günler ve numaralar hafızası pek iyi olmayan ama öte yandan sevgilisinin ne kadar beleşçi olduğunu bilen bir erkekseniz aklınızdaki tek önemli gün 14 Şubat oluyor. Ayrılmak için bir sebep bulmanın, bulamadıysanız yaratmanın tam vaktidir! Sonra kara kara nasıl barışacağınızı düşünürsünüz, ona zaman var.

Ya FM 2010 çok beğendim ama ben yine CM 03-04'e döndüm be... Kaderim benim, alın yazım, gonca simülasyonum, herbir şeyim! Notthingam Forrest ile başlayıp Liverpool'a sıçrayan kariyerimde şampiyon olmasam da daha büyük başarılara imza attıyorum. Aferin bana, madalya takacaklar yakında. SIGames'ten mail geldi, gönderdikleri mail'in ucunu yakmışlar, canlarım benim.

Cougar Club adındaki bir film izledim geçenlerde. Henüz izlememek gibi bir gaflete düşmüşse sevgili MILF dostuma bu filmi öneriyorum, gerçi o bu yazının buralarına kadar inememiştir herhalde...

Arkadaş kafası çok değişik, hiçbiri birbirine benzemiyor. Biriyle güldüğüne ötekiyle gülemiyorsun, biriyle ciddi konuşmak zevkliyken, öteki ciddiyeti bile taşağa vurabiliyor. Biriyle bara gidip iki hatun tavlasak da hoş olsa kafasındayken, biriyle uzun soluklu ilişkilerin adamına dönüşüyorsun. Biriyle; 'Ya oğlum bir gün var ya bir bar açıyoruz ve ortamın amına koyuyoruz' kafası yaşarken, ötekiyle; 'Hacı bu yaz interrail diyorum bak, her yaz taşağa dönüyor. Bu kez başaralım bu işi.' geyiğine giriyorsun. Bazısıyla merhaba-merhaba, bazısıyla enseye tokat, göte parmak. Arkadaşlar çok acayip varlıklar...

Coupling'i bir kez daha giriştim komple. Jeff ayrıldıktan sonra izlettirmiyor dizi kendini tekrardan, orada bıraktım. Tadında kaldı...

Uzun yazı yazmak çok acayip bir şey. Ben de sevmiyorum uzun yazıları, ne yalan söyleyeyim. Upuzun bir yazı görünce direk kaçıyorum, haçı çıkarıp ekzörsist dualar etmeye başlıyorum. Fakat uzun uzun yazmayı seviyorum. Hani bu yazıyı bile istesem iki bölüme ayırıp iki farklı yazı olarak bile yayınlayabilecekken hiç de siklemiyorum afedersin. Upuzun yazılar dağ gibi gözümde, 10 kişi geliyorsa eteğine en fazla iki kişi üç kişi erişiyor zirvesine. Genelde zirvede birşey bulma, bir fikir edinme şansın da oluyor, bende o da yok. Baksana paragrafın bile boku çıktı! Bu ne lan?

Önce beyaz peynirli, kaşarlı omlet akabinde tv karşısında uyku...

Eyvallah...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Leo Messi: Sittin’ On Top Of The World

Fotoğraf: kickette.com

Bojan

Şimdi kim bu diyeceğim, zaten anlaşılmıyor bir de öyle onlarca yorum alan bir blog değiliz, heh heh. Fotoğraf AFP sanırım.

The Barcelonian entity, together with the young player of the FC Barcelona, also has taken advantage of the appointment to throw a message of concienciación on the devastating effects of the climatic change in the oceans.

Under the motto " the future of the sea, the future of your children ", Bojan has congratulated Christmas from inside the tank with capacity for five million liters, where besides the spectacular sharks also there live together approximately 80 kinds of different fish.

Bir de, http://www.nadalafcbarcelona.cat/

Euro 2016 Aday Logoları

İsveç ve Norveç adaylıktan çekilmesiyle birlikte üç ülkenin adaylıkları devam etmekte, ülkemiz dışında İtalya ve Fransa. Gerçi çoğu kişi ntvspor.net'te görmüştür ama biz de koyalım. Soldaki İtalya, sağdaki de Fransa'nın logosu. Kişisel fikrim, İtalya'nın logosu 90lardan kalma. Fransa'nınki de 2000li yılları andırıyor. Bizim logo gözüme daha modern geldi bunları gördükten sonra.

Bu arada, ekstradan şunu da vereyim. Logo seçilmeden önce gönderilen örneklerden biri. Kimbilir kaç kişi logo yapıp göndermiştir bilmiyorum ama, yapılan çalışmalardan biri. Neden verdim? Heryerde lale be abi...

Starfucks

Ofiste bir yandan Fener-Altay maçına göz ucuyla bakıp bir yandan dışarıdan söylenen 1,5 porsiyon köfteleri mideye indirdikten sonra ofisten çıkıp Gayrettepe Starbucks'ın yolunu tuttuk. Gani ile düşman çatlatıyoruz, Kutay Trabzon maçına yollanmak için bekliyor gibi, ya da Naz Aydemir'i düşünüyor... Şaban da rahat durmamış işte, bir yandan Twitter bir yandan foto çekmiş. Öyle işte, bu kadar.

John Terry

Jonh Terry'i sevmem. Chelsea'ye olan sevgisine, liderliğine, büyük kaptanlardan biri olmasına ne kadar saygı duysam da sevdiğim futbolcular arasında değil. Neden sevmediğimin belli sebepleri yok aslında ama ilk aklıma gelen, 2008 Moskova'da takımına şampiyonlar ligi kupasını getirebilecek penaltıyı kaçırdıktan sonra milli takımla çıktığı uydurma bi hazırlık maçında attığı gol sonrası verdiği; "ben büyük maçların oyuncusuyum" demeci. Çoğu kimse bu lafı yememiştir ama yine de 3-5 gün arayla böyle bi demeç vermek akıl işi değil.

Bir de Chelsea İngiltere'de 50 yıl sonra şampiyon olduğundan beri her yıl şampiyonlar ligi kura çekimi öncesi verilen ödüllerde Chelsea ne yaparsa yapmış olsun en iyi defans oyuncusu ödülünü Terry'nin alması. O dönemden beri CL'nin en başarılı takımlarından biri Chelsea'dir, orası doğru fakat bir yılda kupa alan bi takımdan yahut göze batan bir oyuncuya verilmez ödül anlamadım.
Terry ile ilgili son öğrendiğim olaysa şu; Fifa yılın futbolcusu ödülü için oy verme hakkı milli takım teknik direktörleri ve kaptanlarında var bildiğimiz gibi. İngiltere kaptanı Terry'nin oyları ise Drogba ve Ballack. Üçüncü kime oy vermiş bilmiyorum ama gerek de yok bu oylardan sonra. Lampard falan dese yine anlarız belki bi şekilde ama kimse Ballack 2009'da dünyanın en iyi ikinci topçusuydu demesin lütfen.

Bu haberi de bi forumda okudum doğruluk payı nedi bilmiyorum, güvenilir bi yer olmasına rağmen. Doğru değilse kendisine özür borcum olsun, aramızda yine de bişey değişmez.

La-le-ler...

Lale olmasa bu ülke organizasyonlarda nasıl logo yapacaktı merak ediyorum... Dün akşam bu logonun aynısı daha lansmanı yapılmadan kafamda canlanmıştı, eğer lale kullanırlarsa nasıl olur diye düşünürken. Lale olayı dışında, genel kurumsal çalışma olarak çok beğendim. Tanıtım videoları iyi uygulanmış, duvar kağıtları ve site güzel tasarlanmış. Ayrıca lansmana katılanlara da güzel bir paket hazırlanarak; t-shirt, mag, rozet, dosya ve usb bellek hediye edilmiş. Lansmana sabah önemli bir toplantım olduğundan gidemedim ama temin etmeye çalışacağım verilen paketten.

Videolar aşağıda, sitenin adresi de euro2016adayiturkiye.com.



19 Aralık 2009 Cumartesi

Uzay Takımı

Barcelona katıldığı tüm kupaları kazandı. Oynadıkları futbolla tarihteki en iyi futbol takımı yorumları yapılıyordu haklarında, bu fotoğraf da kanıtı. Genç oyuncu Pedro da tüm bu kupalarda gol atarak sanıyorum ayrı bir rekora imza attı. Kendisinin lakabı bence Çilingir olmalı, her türlü kilit açılır.

Karlar Düşer...

Avrupa'da futbol hafta sonu kar altında kaldı. Fransa, İtalya ve İngiltere'de kar yüzünden ertelenen maçlar var. İngiltere premier ligde şimdilik sorun yok fakat Championship'de 3 maç kar yüzünden ertelenmiş durumda. Fransa ve İtalya'da da durum farklı değil. Fransa'da çoğu maç ertlenmiş durumda, ilk fotoğrafta da Bologna çalışanları karı temizlemeye çalışıyorlar.

İngiltere Championship takımlarından Wycombe Wanderers kulübü ise taraftarlarını karı temizlemek için yardım etmeye çağırmış. Kar altında futbol izlemek ayrı bir güzel geliyor bana, yeter ki dün İnönü'deki gibi göletler olmasın.

fotoğraf: guardian & yahoo

Papa Noel Iniesta

İspanya'nın haftalık futbol dergisi Don Balon'un Noel kapağında Iniesta var. Buradan çekimlerin videosu izlenebilir ve daha önce Noel haftasında kapakta kimler yer almış görülebilir. Buradan da geçmiş sayılara bakılabiliyor ki, ayrıca zaman ayırmak lazım.

Beckham Erkek Kuaförü


Şu ve şu da var, Lopez Tonight Show'dan, izlemek isteyenlere.

18 Aralık 2009 Cuma

Üşüyorum

Zaten Beşiktaş'tan stada yürüyene kadar sırılsıklam olmuşken, yeni açığın merdivenlerinden üçlü çekilirken çıkıp yerimizi aldık, ilk 15 dakika birşey anlamadım maçtan, götüm donuyordu. Maça odaklanmaya çalışırken anlamadığım bir şekilde golü yedik, o zeminde Volkan topu nasıl getirip orta yaptı bilmiyorum, tekrarını da izlemedim gerçi, belki de biz Şaban ile laubalilik yapıyorduk o sırada. İlk yarı bitince döndüremeyiz diyordum bu maçı, hele o zeminde. Çaylarımızı alıp içimizi ısıtırken Nobre'nin golü geldi, onu da göremedim zaten ısınmaya çalışırken. Bu arada Nobre ile başlamamız gerekiyordu. O kadar gereksiz maçlarda oynadıktan sonra, havuza dönmüş zeminde hava topu oynamak ve Nobre'yi kullanmak varken Mustafa hoca tercih etmemiş. Oynasa bu sefer sesimi çıkarmazdım. Neyse, penaltı falan 2-1 olmuşken maçın başından beri 3-1 alırız diyen Şaban bu sefer önde olmanın verdiği güvenle daha içten söylüyordu. Ferrari çıktı, Yusuf girdi... 5 dakika içinde maç döndü, Ferrari alındığı için gönderilen Zapo, galibiyeti getirdi... Kalorifer yetmedi elektrikliyi çalıştırdım, karanfilli ıhlamur var bir de. Hala kendime gelemedim, üşüyorum, ah ulan...

Sercan'ın ikinci yarının başında kaçırdığı net gol, Bobo'nun 2-1 iken dışarı vurduğu pozisyon ve Ivankov'un 90+2'de Nobre'nin kafasını köşeden çıkardığı müthiş kurtarış. Niye yazdım bilmiyorum, dönüm noktaları sanırım. Bursaspor'a da helal olsun, çatır çatır top oynadılar bence. Tebrikler İsmail.

Fotoraf: Ajans Spor

CL Son 16

Internazionale - Chelsea
AC Milan - Manchester United
Lyon - Real Madrid
Olympiakos - Bordeaux

FC Porto - Arsenal
Cska Moscow - Sevilla
Stuttgart - Barcelona
Bayern Munich - Fiorentina

Şampiyonlar ligi son 16 kuraları çekildi. Kuralardan önce 2. torbanın güçlü takımlarının kimle eşleşeceği merak konusuydu ve yine 2. torbanın güçlü takımları turnuvanın favorileriyle eşleşince güzel kuralar oluştu.

Beckham kuralardan önce Manchester United'la eşleşmek istediğini ve yeniden Old Trafford'a dönmenin güzel olacağını söylemişti, dileği gerçekleşmiş. Bir diğer geri dönüş de Londra'da olacak. Chelsea'yi yarım asır sonra yeniden şampiyon yapan Mourinho Stamford Bridge'e, kovulduğu yere, Inter'le dönecek. Bu iki kura şüphesiz en dikkat çekici ve heyecan verici eşleşmeler. Aynı güne denk gelmezler umarım, ikisini de izleme şansımız olur. Inter'in de şanssızlığı nedir yalnız anlamadım, geçen yıl da eleme turunda İngiltere liderine elenmişlerdi, tablo yine aynı şu anda. Yine Chelsea'yi geçebileceklerini sanmıyorum. Real Madrid-Lyon eşleşmesini de görünce aklıma birkaç yıl önce Carew'in Barnebaua'da dalga geçtiği maç geliyor. O eşleşme de gayet güzel. Olympiakos-Bordeaux biraz körler sağırlar hesabı olmuş. Her iki takımın da hakkını vermek gerek fakat diğer kuralara bakınca arada bariz bi fark var. Barcelona ve Sevilla'nın çok zorlanacağını sanmıyorum, Arsenal-Porto eşleşmesi gol manyağı olabilir, üst biter. Fiorentina ve Bayern maçları da ilginç olur. Fiorentina Juve'nin intikamını alır gibi geliyor.

Güzel bir eleme turu olacak, Beckham'ın dönüşünde alacağı tepki ve Mourinho'nun açıklamaları özellikle. İlk maçlar 16-17 Şubat'da grup ikincilerinin sahasında, 2. maçlarsa 23-24 Şubat'da.

Çocuk Senin Ağzının Ortasına Çarparım!!!

Sevgili beyler, sevgili baylar, sevgili kadınlar ve sevgili bayanlar... Facebook'ta bir video türemiş artık Haiti'li mi Hawaii'li, Artvin'li, İstanbul'un fakir semtlerinden mi nereliyse bu çocuk; elinde bir ukelele ile Jason Mraz'ın I'm Yours şarkısını çalıyor ve spastik surat hareketleriyle desteklenmiş manâsız, otistik sesler çıkararak insanı sinir ediyor. Gerçi asıl suç bu çocukta değil, bunu mallaştıran ebeynlerinde sevgili dostlarım! Neyse, diyeceğime geleyim.


Bilimum içine çocuk sevgisi aşılanmış, 24-25 yaşını geçip de 'evleneyim yaaaa :( ayy bir de dünya tatlısı çocuğum olsun ((((:' kıvamına gelmiş hatunlarca bilinçsiz bir şekilde tüketim mantığı güdülerek share! edilmekte ve post message! olarak da 'canım seni yerim ay ne tatlısın sen yaaaaaa (((((:' minvalinde şeyler yazılmaktadır.

Beyler, bayanlar!!!

Bu çok tehlikeli bir virüstür ve bu paylaşımın size ulaşması hâlinde hiç tıklama vasıtasyıla izlemeden videoyu ignore seçeneği ile engellemeniz gerekmektedir. Aksi takdirde videoyu share eden! zat-ı muhterem bütün kişisel bilgilerinizi alıp sizi çeşitli porno sitelerinde 'Girls From Adabazaar' - 'Girls From Istanbul' türünden reklamlara malzeme yapacaktır.

Adını Vermek İstemeyen Bir Şehrin Teknoloji ve Bilgi Paylaşımları Daire Başkanlığı
Bir Not: Sevgili Berk Gürçay, bugün yetişemem senin orada olduğun saate ama yarın paslaşalım, okula gelirsen bir basket atalım diyorum. Olmadı bir çay ısmarlarsın dorm'un orada, sohbet ederiz. (Ismarlatırım, hiç acımam...) Telefonum açık, tost konusu sorun yapmaz. Yaladım.

Ha, bu da şarkının şarkı olduğu, güzel olduğu, versiyonu. Eyvallah.


Erzurum'un Mutant Maskotu!

Erzurum sokaklarında insanları korkutacak kadar şirin bir maskot dolaşıyor!

İSTANBUL - 2011 Üniversite Kış Oyunları'nın maskotu görücüye çıktı ama klasik maskot profiline fazla uymadığı ilk görüşte belli oluyor. Çift başlı kartalı andıran maskot şirin olmaktan çok korkutucu özelliğiyle dikkat çekiyor.

İsminin Huma olabileceği belirtilen ve Atatürk Üniversitesi Tiyatro bölümünden bir gönüllünün giydiği yaklaşık 2 metre yüksekliğindeki maskot yine de ilgi gördü.

Devamı için, tuk.

17 Aralık 2009 Perşembe

Maskot Yaratamamak

Yukarıdaki FIFA 2010 Dünya Kupası maskotu. İsmi Zakumi, bir leopar. Baktığınızda güzel bir çalışma çıkmış ortaya, renkler güzel, Güney Afrika'yı anlatıyor. Çizimi geçtim, gerçeğe bile güzel aktarılmış. Nereye geleceğim, tahmin edeceğiniz gibi FIBA 2010 maskotuna...

Ben mi çok önem veriyorum böyle şeylere bilmiyorum ama görseller bu tür turnuvaların en eğlenceli kısımlarıdır. Göze hitap etmeli, insanların beğenmesi sağlanmalı. Mesela Footix, Fransa 98'i sevdiren şey olmuştu bana. Sırf onun için t-shirt aldırmıştım. Çevremde konuştuğum çoğu kişi henüz ismi olmayan van kedisini beğenmemiş, benim gibi. Burada bilgileri detaylı bir şekilde verilmiş. Kulakları ve kafası ay şeklini andırıyormuş, tamam eyvallah da ne gerek var ki? Kendini köpek zannediyormuş, tamam da ne alaka? Van kedileri kendilerini köpek mi zannediyorlar? Ben bulamadım, bilen varsa söylesin lütfen. Çizim kısmını beğenmedim ama gerçeğe iyi yansıtmışlar. Ama maskotu beğenmediğimden o da bir anlam ifade etmiyor benim için. Ben anlamadım ama ya, organizasyonun logosu güzel, mesela linkteki resimde arka plandaki poster çalışması gayet hoş. Hatta daha önce koyduğum konsept illustrasyonlar da gayet güzel ama bu kimden çıkmış böyle?

Burada da, 2011'de Erzurum'da düzenlenecek olan Üniversite Kış Olimpiyatları'nın maskotu çok güzel olmasına rağmen, ortaya facia bir kostüm çıkmış, bence.

Son olarak, geçtiğimiz hafta Abdi İpekçi'de düzenlenen Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nın maskotundan bahsetmek istiyorum. Şaban ile Taksim'de takılmıştık ve meydanda tam ayrılacakken, metronun arkasına kurulmuş koca standı ve dev ekranı görüp izlemeye başladık. Şampiyona henüz başlamamıştı ve videoda Abdi İpekçi'nin nasıl havuz haline getirildiği ile ilgili görüntüler ve tanıtım reklamı yayınlanıyordu. Tanıtımda Droppy adındaki maskotu görünce şok oldum resmen. Sonra meydanda dolandığını gördüm, gidip bilader çıkar şu kostümü diyecektim, Şaban zor tuttu. Yüzme şampiyonası ya, su damlasını çağrıştırması gerekiyor. Ben ilk gördüğümde aklıma sperm geldi, kusura bakmayın. Ha, sperm de su da iyi yüzer, o konuda haklılar.

Son günlerde reklam ajanslarının bedavadan para kazandıklarını düşünmeye başladım. Zormuş gibi gösterilen süreçlerin aslında yayıla yayıla yapmaktan başka bir şey olmadığını anladım. Özensiz işler yapılıyor. Bunda, firmaların ne istediğini bilmemesi ve kreatif düşünceden, estetikten yoksun olmaları geliyor sanırım. Ya da ben bir halt beğenmiyorum...

Tribute to Shankly

Dün akşamki Wigan Athletic maçı Liverpool için özel bi anlam taşıyordu. Bill Shankly efsanesinin Liverpool'la yollarının kesişmesinin 50. yıl dönümüydü dün ve Kop tribünü konuyla ilgili hazırlıklarını yapmış. Shankly'e gereken saygı gösterilmiş Anfield'da. Kırmızılar da maçı kazanarak üzerlerine düşeni yapmışlar.


"The facilities weren't good enough for the public of Liverpool," Shankly starts. "The ground wasn't good enough for the public of Liverpool. The team wasn't good enough for the public of Liverpool. And there was nothing good enough for the public of Liverpool. Nothing at all. There was only potential. But I knew the people of Liverpool were like the people where I come from. They've got fervour in them – and they've got pride."

Fotoğraflar: Guardian

Plaj Keyfi



Çok video oldu üst üste sanırım. Neyse, Barça Dünya Kulüler Kupası için Abu Dhabi'de. Oyuncular kumsalda keyif yapıyorlar. Resmen dikizlemişler dayı.

Jose slaps Puyol with a large smelly tuna fish

Arshavin vs. Liverpool

16 Aralık 2009 Çarşamba

Çizimlere Gel!

Çok güzel yapıyor eleman, çok kıskandım doğrusu. Daha fazlası için buraya.

Sergio Ramos: Alaaddin

Sergio Ramos, satışından elde edilecek gelirlerin Nikaragua'daki sosyal projelere aktarılacağı yeni yıl takviminin Haziran ayında yer alıyor, Alaaddin olarak. Yanında da Jasmine olarak İspanyol spiker Sara Carbonero var.

15 Aralık 2009 Salı

Four Shores

Bu ada sahip üç tane farklı grup var. Fıkra gibi, biri Alman, biri Amerikalı ama benim bahsetmek istediğim ise tam on yedi tane albümleri bulunan Letonyalı grup Brainstorm.



On yedi albümün hepsi hakkında hiçbir bok bilmiyorum açıkçası. Gruba dair olan bilgim ise 2006 yılının yazına, o zamanlardaki kız arkadaşımın bunların bir albümüne olan ilgisine dayanır. O kadar çok dinliyordu ki ya nefret edecek ya da tam tersine alışacaktım. Bünye alışmayı yeğledi, ben pek efor sarf etmedim açıkçası. Bunun sebebi ise pek değerli Renars Kaupers'in insana huzur veren sesiydi elbette. Ne bileyim, Renars Kaupers değil de Ebru Polat olsaydı kesinlikle nefret ederdim mesela. :meme: :dolgundudak:

Dediğim gibi diğer albümleri hakkında pek bir fikrim yok. Bir kaç albümü edindim ama kendi dillerinde oldukları için VJ tabiriyle 'soundlarının' hoşuma gitmesi dışında bir bok anlamadım tabi. Bunun dışında bir kaç tane daha İngilizce olan şarkılarına denk geldim ama elimdeki en derli toplu çalışma Four Shores albümü ve sanırım şikayetçi değilim.



Çok fazla bilgimin ya da anlatacak bir şeyimin olmadığı bu grubu yazıyor olmamın sebebi ise bu adamın ilginç sesi. Bilmeyen varsa bir dinlesin arzum, isteğim. Four Shores albümünden gelsin o vakit bu video da; klibi de ayrı bir güzel olan Lonely Feeling.

Yeah, It's Lupus!

Eric Clapton - Pattie Boyd - George Harrison aşk üçgenine dair yazımda şuna benzer bir şey gevelemiştim; 'Hangi kadın onun yerinde olmak istemezdi ki?'

Benim istemem için önce kadın olmam gerek gerçi de, zaten default! olarak kadın takılanlar direk o istekte bulunabilirlerdi. Neyse çok geveledim, birazdan şahit olacağınız hikaye buna benzer bir hikaye.

Bir anlık gaflete düşüp takip etmiş olanlar bilirler ki Gençsubaylar'da Beatles şarkılarının hikayelerini yazarken Lucy in the Sky With Diamonds'dan ve dolayısıyla Lucy'den de bahsetmiştim. Julian'ın okulda ona aşık olduğundan, resmini çizdiğinden, John'ın bundan çok etkilendiğinden ve Lucy in the Sky With Diamonds'ı yazdığınından da bahsetmiştim. Gerisini Julian kendisi anlatsın;

Fifa 10: Körebe Misali


Bu gün de iyi video yaptı he...

Mr. No-Look Pass


NBA maçlarını internetten izleyen çoğu kişi TNT'nin bu reklam serisini görmüştür. Bir kaç video mevcut, NBA oyuncuları Amerikalı aktör Rainn Wilson'ın kullandığı taksiye biniyorlar, bu Deron Williams versiyonu. Daha önce defalarca denk gelsem de dikkat etmemiştim. Oğuz bir kaç hafta önce bahsetti, anlatınca komik geldi. Şimdi ne zaman molalarda çıksa gülerek izliyorum. Al sana no-look pas.

Majid Musisi

15 Eylül 1967 - 15 Aralık 2005

Bursaspor'a timsah yürüyüşünü kazandıran adam. Türkiye'ye gelmiş en iyi ve en eğlenceli yabancılardan. Bursa ve Bursasporlular için unutulmazlardan. O İnter Toto kupası, timsah yürüyüşü sevinişleri ve son olarak Karlsruhe'ye penaltılarla kaybedişimiz... Eve gidene kadar ağlamıştım o gün be. Hey gidi...

Huzur içinde yat Musisi.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Anket Şeysi

İstediğin kadar uzun soru yazabiliyorsun ama şekli şemali kayıyor anketin, o yüzden kısa tutmak zorunda kalıyorsun. Sorusu biraz gerizekalı genç kız dergilerindeki 'Şu kadar Ad demişsin 70 puan, şu kadar B demişsin etti 110 puan. Sonuç: Edward seni elde etmek için neler neler yapmaz ki..!' testi sorularına benzedi ama öyle değil...

Son 3-4 senedir organizasyon konusunda çıtayı bayağı bir yükselttik. Biraz da bireysel konserler değil de festivallerde götü doğrultabilirsek yaz aylarında aktivite çılgınlığı yaşayabiliriz. Soruyu sorarken de amacım oydu biraz, hangisi daha çok ilgi çekti bunu merak ediyorum. Boru mu açıklanan isimler? Eric Clapton, U2 ki senelerce Türkiye'ye soğuk bakıp milleti azdırdılar şimdi ise vermeye geliyorlar, Metallica her ne kadar geçen sene geldiyse de bu sene de baş tacı edilecektir muhtemelen.

Bakalım daha kimler kimler gelecek yaza kadar? İlkbahar ayında coşar artık organizatörler... Benim tercihim Clapton bu arada, sokarım İrlanda'sına da U2'suna da net bir şekilde.

Kendimle Oynuyorum #10

Bu aralar tek eğlencem elime klasik gitarı alıp sevdiğim şarkıları çalabilmeye çalışmak. Çalabilince daha eğlenceli oluyor tabi. Bir de çalarken söyleme yetimi geliştirsem coşarım herhalde.

Düne kadar; 'Bi' sevgilim olsa da can sıkıntımı gidersem.' diye düşünüyordum, Okan Bayülgen'e dün program sonunda konuk olan Bakın şunu demek istiyorum Okan Bey kod adlı kadın bütün hevesimi aldı götürdü. Hint tanrıçası olasıca... Uzak doğunuzu sikeyim.

'Sevgilimle, önce kim boşalacak yarışması yapıyoruz.' bitiyor, 'Önce kim -reload!- olacak yarışması yapıyoruz' şeklinde çarpıcı demeçlerimi içeren bir röportaj vereceğim ve gündeme oturacağım. İleriye dönük tek planım budur şu hayatta şu an için.

Sürekli iddaa oynayan bir adam olarak sürekli oynadığı bayisi olan adamım. Yine aynı bayiye gittim pazar günü, adam kupon yatırmaktan kafayı sıyırmış olacak ki bir esnaf canhıraşlığı ile; 'Evet abiler, alalım, verelim, ekonomiye can verelim. Evet abi, evet. Biraz hızlı olalım. Kalemleri aldığımız yere koyalım. Alalım, verelim, ekonomiye can verelim' diye bağırıyordu. 'Abi yeter, aynı espiri otuz defa yapılmaz ki...' diyemedim kuponun uğuru kaçar diye. Hayır anlamadığım, bağırmasa müşteri çekemeyecek sanki. Milletle kucak kucağa kupon dolduranlar var lan orada, kapış kapış gidiyor!

Neredeyse her köşe başında, her blogda, her MSN iletisinde Ramiz Dayı geyiği dönmeye başladı. Kabak tadı vermedi mi sizce de? Nedir bu racon merakı lan? Allah'tan House'a özenip bastonla dolaşan tipler türemedi...

Kutsi daha ne kadar çakma senaryolarda yer alabilir diye merak ediyorum. Dawson's Creek kırması Kavak Yelleri'nde de rol alacak mı acaba?

Ahmet Hakan'ı takip ederim ama ısındığım pek söylenemez. Şöyle anlatayım, ara sıra beğendiğim yazıları olur ki bu da kendisi hakkındaki; 'Komik bir devrin adamı olma çırpınışı' şeklinde hâl ve hareketlerini eleştiren görüşümü bazen gölgeler. Twitter'da kendisini takibe alıp da yazdıklarını görmeye başladığımdan beri kendisinden daha da tiksiniyorum. Hani bir şeyi hiç sevmezsin ama atmaya da kıyamazsın ya, sırf bu dürtünün hatrına kendisini takibe devam ediyorum. 'Daha ne kadar saçmalayabilir?' merakımı da böylelikle dizginlemiş oluyorum.

Facebook güvenlik ayarlarına reset mi attı ne nane yedi ya geçenlerde, arkadaşın olmayanların bile profiline girebiliyorsun şimdi. Bir halk adamı olarak halkın çıkamayan sesine tercüman oluyorum -kendileri daha çok Fransızca konuşmayı yeğliyorlar da- "Oh beeee, kaç aydır şu hatunun profiline girmeye uğraşıyordum. Otuz bire malzeme çıktı."

Bu seriye neden kendimle oynuyorum adını verdiğimi hatırlamıyorum, üstüne bir de niye hâlâ yazdığımla ilgili bir soru sorulmasın bile!

Gürkan Menteş röportajı biraz gecikti, elbet yapılacaktır. Gürkan o arada tasarımı yeniledi, muazzam oldu kanımca.

"Peki sizce yeni blog tasarımımız nasıl olmuş?" şeklinde amaçsız bir anket koyalım mı sol bölüme diye sormak için bir anket açsam mı diye düşünüyorum. Şıkları da olsun mesela 'Güzel olmuş' 'Beğenmedim' 'İdare eder' 'Eskisi daha iyiydi'; 'Boşver ya da anket açayım ama daha mantıklı bir şey olsun, di mi?

Hacılamak ile iç etmek günümüzün nadide eş anlamlı sözlükleridir. ÖSS'ye hazırlanırken dershanede Türkçe hocama öyle bir örnek vereyim ki orgazm olsun diyen tüm neferlere kıyağım olsun.

'Ben Ezel olsam...' geyikleri türedi. Noktalı kısımları doldurma işi anaokullarında, kreşlerde hadi en kötü ilkokullarda kalmamış mıydı? Koskoca adamlarız şurada... 'Ben Barney olsam, o kızı...'

'Ece ne yapıyordur acaba şimdi?.'

'Televizyonun önünden geçtim de, izlemeye değer bir şey yok, artık geçmem önünden bu gece.'

'@hebele beni anlamıyorlar, anlattım aslında.'

'Yoldaşlar Emo oldum haha.'

Ahmet Hakan güzellemelerinden oluşan bir parodi izlediniz.

Ersan İlyasova'nın Casper reklamı daha ne kadar otistik bir senaryoya sahip olabilirdi, bunu cidden merak ediyorum. İki gözüm önüme aksın lan!

Annemle babam Click filmini beğenmediler. Annem uyudu bir de... Terbiyesizlik! Acımasızca!

Sipariş gelmiş, üç gün boyunca sabahın köründe kalkıp akşama kadar dükkana gidecekmişim. Babadan maaş da istemiyor ki; 'Hassıyeordandüngübog' diyor.

Yine canım sıkıldı...

Gençsubaylar'dan, bu bloga gelişimize kadar olan süreçte ilk defa biriyle aynı anda aynı haberi verirken denk geldik, pişti olduk. Giggs'in ödülü aldığı yazısını yazıyorken Gürkan rejisörüm MSN'den uyardı; 'Oğlum aynı haberi veriyorsunuz lan. Birazdan ikisini de yollayacaksınız.' dedi de uyandım mevzuya. O kadar panik oldum ki; Blog Jet-Set'inde blog içerisinde aynı haberi yapıp pişti olan iki salaktan biri olma konumuna düşüp de hümilieyting bir durumla başbaşa kalmamak için ocaktaki yemeği, ütüdeki gömleği bırakıp İsmail'e koştum. 'Oğlum!' dedim; 'Aynı yazıyı yazıyoruz lan! Yazma sen, önce ben başladım lan! Ben gönderiyorum!' dedim. 'Ya İrlanda'lı falan demem sikerim yollarını Doug! Önce ben gördüm!' dedi bu bana. Uzatmayacağım mevzuyu, tabi ki dövdüm. Ağlaya ağlaya offline oldu tabi bu. Giderken de; 'Görürsün oğlum sen, Guitar Hero'da Expert olayım kapışıp eline vericem gitarı sapıyla' diye bağırdı.

Eyvallah.