8 Ekim 2009 Perşembe

Coleslaw

Xtreme Meal’ini insanüstü bir hızda bitirmesine rağmen, aynı coşku ve sevinci Coleslaw’a karşı göstermedi Gürkan. Ben de “Ulan para verdik, çöpe gidecek” mantığıyla hareket ederek, bir poşete koyma veya mendile sarma zahmetine girişmeden Coleslaw’ı yepisiyeni bilgisayar çantamın içine salıverdim.

Sağolsun, Topkapı otobüsüne binene kadar eşlik etti Gürkan. Ben de otobüse binince bir yere oturdum, çantamı açtım, sabahtan aldığım Penguen ve Uykusuz ikilisinden Penguen’i elime aldım. Fakat dergide ilginç bir koku vardı. Bu kokunun lahana ve şekerli su karışımına ait olduğunu anladığımda, kafamda saniyelik bir “ping” attı. Hemen çantayı açtım, Coleslaw’ın suyunun ince ince kabından akmakta olduğunu farkettim. Hemen kutuyu çantadan çıkararak, akan kısmını yalamaya başladım. Bu sırada, can havliyle mendil çıkartmaya çalışıyor, aynı anda Penguen’in üzerine abanarak, yanımdaki ibnenin okumamasını sağlamaya çalışıyordum.

Çantadaki kesif lahana kokusunun otobüse yayılmasını engellemek için çantanın fermuarını hemen kapattım. Coleslaw’ı da 3-4 kat mendile sardım. Aynı anda elimi yalamaya devam ediyordum. Sinire kestim, Penguen’i de çantaya attım.

Topkapı’ya kadar bu şekilde gittim. Son durağa kadar gelen tek kişi ben olduğum için, hiç kibarlaşma zahmetine girmedim ve paldır küldür otobüsten indim. Topkapı’da etraf da karanlıktı. Ben de bu karanlıktan faydalanarak, Coleslaw’a parmak daldırıp yemeye başladım. Fakat yürürken birden sokak ışıkları çoğalmaya başladı. Topkapı insanının gözünde hayvansı bir insan olarak anılmak istemediğimden dolayı, Coleslaw’ı ilk bulduğum çöpe attım.

Topkapı-Sultançiftliği tramvayı’na Fetihkapı (ki böyle bir semt veya başka bir yer olduğunu yeni öğrendim) durağından dahil oldum. Durağa biner binmez ilk bulduğum yere oturdum ve bu sefer Uykusuz’u çıkarıp okumaya başladım. Fakat tramvaya benimle aynı anda binen 30’lu yaşlarındaki genç ve alımlı kadın, keskin bir şekilde bana bakmaya başlamıştı. Vagondaki son yere oturduğum için mi, yoksa üzerime sinen lahana ve şeker kokusundan mı etkilenmişti? Bunu bilemiyordum.

Kadın vagonun en sonuna yürüdü ve bana bakmaya devam etti. Mal gibi kitlenmiş, Umut Sarıkaya’nın sayfasını okumadan geçmiştim. Kafamda kadınla kurabileceğim olası cümleler oluşmuştu. Eğer olur ki aynı durakta inersek ve kadın bana doğru bir hamle yaparsa, kendimi üst düzey bir şirketin zırt düzey bir yöneticisi olarak tanıtmaya karar vermiştim ki; gerek Defacto’dan aldığım enine çizgili kapşonlu, gerekse Elsi Vayikiki’den aldığım çuval gibi pantolon üzerimde pek bir yönetici intibası bırakmıyordu. En kötü senaryo olarak spor yazarı rolünü oynamayı düşündüm.

Korktuğum gibi kadın benimle aynı durakta indi. Fekat, dalından yeni kesilmiş bir kütük gibi direkt olarak yürüyen merdivene yürüdü. Ben daha hızlı yürüdüğüm için merdivene bindim. Dört basamak aşağıda o vardı. Şükürler olsun ki, herhangi birşey demedi. Işıklara geldik. Her zaman yaptığım gibi, trafiğin geliş yönüne bakarak dişi varlığın soluna geçtim. Tahmin ettiğim gibi ilk sürücü dişi varlığa yol verdi. Doğal olarak yanında ben de karşıya geçtim.

Eve vardığımda, bilgisayarı çantadan çıkardım. Çantanın içini silmek için, üzerinde “Kolanyalı mendil” yazan bir poşet buldum, fakat poşetin içinden çıkan şey MOPAK defter kadar beyaz ve leblebi tozu kadar kuruydu. Biraz kolonya döküp çantayı sildim.

İşin özü çocuklar, Coleslaw’ınızı bitirmeden sakın sofradan kalkmayın!

1 yorum:

Sheed dedi ki...

mlada coleslaw