28 Şubat 2010 Pazar

14 Aralık 1986, Pazar


HOŞ GELDİN

"Gazeteciler, Esenboğa Havaalanı'nda beklerken Naim Süleyman'ı getiren Özal'ın özel uçağı Mürted Askeri Havaalanı'nda indi. Süleyman, Özal'ın iki danışmanı Can Pulak ve Selim Egeli ile birlikte doğruca Başbakanlık'a götürüldü."

"Özal, üç yıllık icraatını anlattıktan sonra, "Size Türkiye'ye iltica eden Naim Süleyman'ı tanıtmak istiyorum" dedi. Süleyman Salona girdikten sonra Özal'ın elini öptü ve kaçış öyküsünü anlattı."

BULGARLAR PANİK İÇİNDE

"Süleyman'ın kaçırılan bir terör kurbanı olduğunu öne süren Bulgarlar, Avustralya'nın uluslararası ilişkiler kurallarıyla, insan haklarını göz ardı ettiğini söyledi."

Gazete: Milliyet
Fotoğraf: Mustafa İstemi

27 Şubat 2010 Cumartesi

Facebook Facebook...

Allah cezanı vermesin Şımayık Böcük.

26 Şubat 2010 Cuma

Arsenal 80s

Fotoğraf: Stuart Macfarlane

25 Şubat 2010 Perşembe

Yatacak Yerin Yok Terry

Daha önce John Terry'i sevmediğimi söylemiştim. Hala da sevmiyorum, hatta bi temiz dövmek isterim, yapabilsem.

Terry ile ilgili son konuları spor medyasını takiben çoğu insan biliyor. Kendisi milli takımdan ve Chelsea'den eski takım arkadaşı Wayne Bridge'in eski eşi ve çocuğunun annesi ile birlikte olmuş ve Bridge'in eşinin hamilelik haberleri piyasaya düşmüştü. Sonrasında Terry'nin milli takım kaptanlığı alındı Capello tarafından, Ancelotti ise kendi evliliğini kurtarması için onu Dubai tatiline gönderdi. Terry kameraları gördüğü her an eşine sarılarak, öperek bir nevi şovunu yaptı.

Son günlerde ise konu biraz daha farklıydı. Ashley Cole'un ciddi sakatlığı sebebiyle dünya kupasında oynayamayacak olmasından dolayı milli takım için sol bek bölgesinde bir açık oluştu. Bu bölge için de ciddi adaylardan biri Wayne Bridge. Son zamanlarda formsuz da olsa tecrübeli ve milli takımda daha önce de forma giyen Bridge en kötü ihtimalle bir alternatif olabilirdi. Fakat bugün yaptığı açıklamayla milli takımdan affını istemiş, kişisel sebeplerden dolayı. Yani sebebin Terry olduğu çok açık. Zaten Terry varken orda çıkıp oynamasını beklemek de fedakarlıktan fazlası olurdu.

İngilizler şimdi ikiye bölünmüş durumda. Chelsea taraftarları maçlara Team Terry tişörtleriyle çıkıp Terry'e sahip çıkıyorlar ve destek oluyorlar. Fakat geride kalan büyük çopunluk Terry hakkında çok iyi şeyler düşünmüyor. Birçoklarına göre Bridge milli takım için olmazsa olmaz bi oyuncu olmadığı için Terry bu durumdan etkilenmez ama Bridge yerine daha kilit bi oyuncu bu durumda olsa Terry milli takıma alınmayabilirdi. Ki Terry eskiden bahsedildiği gibi lider, onurlu ve büyük bir kaptan olsa böyle bir durumda milli takımdan affını isterdi, istemeliydi bence. Ama kaptanlık konusunda bile Capello'nun müdahelesini bekleyen Terry sanmıyorum ki bunu yapsın.

Şimdilik bu eksik için en önemli adaylar Villa'lı Warnock ve Everton'lu Baines. City'li Lescott ve Barry'i de Capello'nun bu bölgede kullanabileceği oyuncular. İngiltere'yi son olaylar ve sakatlıklar öncesi ciddi bi favori olarak görüyordum ama bu sorunlar ve sakatlıklarla şanslarının azaldığı da gerçek. Yine de Rooney, Gerrard gibi adamların olduğu takımdan korkulur.

Güllerin İçinden!


BDL'den gördüm, İngiliz basketbol dergisi Fadeaway üç boyutlu bir Derrick Rose kapağı hazırlamış. Doğal olarak, kırmızı-cyan gözlüğünüz olmadan kapaktan bi tad alamıyorsunuz. Ben baktım, güzel bir çalışma olmuş.

Vancouver 2010, part 1 of 2

Devamı için, tuk.

Dur Şimdi Dur! Bunları Sonra Konuşuruz...

Boktan bir gündü.
Günler boktan gelmeye başladı.
Günler hakkında uzun süredir boktan düşüncelerim olmuyor değil.
Uyku?
Unut gitsin...
Stoke City - Manchester City muhabbettinde bir sona gelinse, biri abilik yapıp alttan alsa da bu işkence bitse.
İddaa'da adam siktiler arkadaş resmen...
En son bu işkenceyi benim üniversiteye hazırlandığım dönemlerden birinde Inter yapmıştı. Bilmem kaç maç üst üste berabere kalıp 'ha bu hafta yener' diyen bünyeyi çok yıpratmıştı.
Etrafta, sağda solda, entellektüel birikimini am göt meme triosunu da cüretkâr bir şekilde kullanarak sergilemeye başlayan hatunlar peydah oldu, olmuyor değil.
'Hacı naber ya?' diye lafa giren hatunlar var lan!
'Hacı naber ya? Gördün mü bak yine tutuklamışlar savcıları amına koyayım' diyeni de gördüm.
Herkesin kendi tercihi, eyvallah da, itici ya-hu!
Gerçi am göt meme triosundan kastım blogger'da seks hayatını paylaşanlardı. Ulan ne kadar beyinsiz varsa alayını sol ele mahkum ediyorlar be.
İşte hayatın gerçeği ve içinde barındırdığı zıtlıklara bir örnek... Bazıları sol ayağıyla efsaneleşip hafızalara kazınıyorken, bazıları sol eliyle yok oluyor, yitip gidiyor.
Çoğaldı bunların sayısı...
Pelin Batu'nun blogger'ı var mıdır?
Dün uyku muyku yalan oldu bende, hâlâ uyumadım.
Sağ gözüm yaklaşık akşam 10 sularından beri seğirmekte ve o kadar tatlı bir his uyandırıyor ki uyumuyorum.
Gözümün Seğir Defteri diye bir seri yapıyordum bir ara onu hatırladım...
Fener'in de Galatasaray'ın da tur atlaması dileklerimi iletiyorum. Çok sportmen olduğumdan değil gerçi, yarın iddaa'da buna yönelik bir kupon düzeceğim, o bakımdan.
Pelin Batu'nun telefon numarasını bilen var mıdır?
İçinde vergi geçen herhangi bir konudan bu seneden sonra tamamen uzak duracağım.
Üretim şirketlerinin de te anasını satayım! Haydi ürettin, muhasebesini ne tutuyorsun? Siktir git ver muhasebeciye o halletsin kardeşim!
Olmuyor ki öyle...
E olmuyor da olan bana oluyor.
Olan biten çok şey oldu bu ara.
Boktan şeyler oluyor.
Olanlar hakkında boktan yorumlarda bulunuyorum.
İyi, madem öyle diyorsun, 'araşalım bir ara!'...

Mascherano İyi Misin?

Mascherano Romanya'daki Unirea Urziceni rövanş maçı öncesi basın toplantısında soruları yanıtlıyor. Mascherano'ya çok zor mu sordular, yoksa kafası mı güzel ben anlayamadım. Ama bu pozlar normal bi basın toplantısında, her gün verilen pozlar da değil. Anfield Road'daki ilk maçı Liverpool 1-0 kazanmıştı.

fotoğraf: Yahoo

20 Şubat 2010 Cumartesi

Theatre of Dreams

Old Trafford'da bir maç günü...

Old Trafford'da ilk maç...

Old Trafford'un son hali...

Dünyanın en görkemli futbol mabedlerinden Old Trafford'un bugün itibariyle 100. yılı geride kaldı. Gerçekten tarihiyle, anılarıyla çok özel bi yeri olan stad. Unutulmaz maçlar, efsane oyuncular. Manchester United'da bunlar için baız özel çalışmalar yapmış, yarın ki Everton maçında bununla ilgili şovlar olabilir. Benim de Nou Camp ve Westfallen'le birlikte en çok canlı maç izlemek istediğim stadlardan biri. Daha ayrıntılı fotoğraflar ve hikayeler için; tık.

fotoğraf: Redcafe

18 Şubat 2010 Perşembe

Whopper Silver


Luge'da gümüş madalya kazanan Alman David Moeller fotoğraf çekiminde dişini kırmış. "Fotoğrafçılar madalyayı ısırmamızı istedi, tam o sırada dişimin kenarı kırıldı. Aslında durum çok kötü değil, çok ağrımıyor ama her zamanki gülüşümün değiştiğini bilmek biraz moral bozucu" demiş Moeller. İyi de arkadaş, fotoğrafçının ne suçu var? "Isır" dendiğinde, niye Whopper gibi abanıyorsun madalyaya?

Foto: Getti Gelmez

17 Şubat 2010 Çarşamba

Hangi Opsiyon?

TFF

Sporx

NTVSpor

Milliyet


Hürriyet



Gazetevatan

Beyler bişey sorucam, opsiyon hakkı kimde? Yani 2 sene dolunca federasyon mu kafasına göre uzatabiliyor, Hiddink mi? "Opsiyonlu" yazan insan bu opsiyonun kimde olduğunu niye yazmaz? Diyeceksiniz ki haber ajanstan geldi, e soruverin bir zahmet. O kadar yere baktım, hiçbirinde yazmıyor.

Neyse, Hiddink hayırlı olsun. Tolunay Kafkas'ı, Bülent Uygun'u, Ertuğrul Sağlam'ı, Yılmaz Vural'ı, Hakan Şükür'ü susturabilecek yegane ismi getirdikleri için Federasyon'a büyük alkış benden.

Inukshuk

Inukshuk, Vancouver 2010 Kış Olimpiyatları'nın sembolü, logosu. 90.85 ile erkekler kısa program birincisi Evgeni Plushenko'nun Vancouver logosuyla uyumu.

Fotoğraf: Getty, Matthew Stockman

MJ 13

13 yaşındaki Michael Jordan...

Fotoğraf: SI

Kicker 2009

Kicker'ın her sene seçtiği yılın futbol fotoğrafı kategorisinde 2009'da birinci olan kare bu. hikayesi burada. Borges'de görüp direk Kicker'ın sitesine girdim ve baktığım fotoğraflar arasında en çok hoşuma giden bu olmuştu. Meğer Borges'in bir önceki postunda varmış, en iyi kare bu seçilmiş. Kategori içindeki 137 fotoğrafa bakmak için, tuk.

Türkiye 2010/12

Dayı ilk görünce bi ne oluyoruz dedim, Japon bayrağı açmışız göğüste diye şoke oldum. Sonra jeton düştü. Nike bu aralar böyle görselini sunduğu formalarda ülkenin bayrağını göstermiyor, niyeyse, bilmiyorum. Eskiye dönülmüş, şuraya ve şuraya bakmak yeterli. Yine de ah Puma, vah Puma diyorum. Sen ne güzel formalar yapıyorsun...

Kaynak: footballshirtculture.com

Dida

Scholes'un istemediği ayağıyla vurduğu topu çıkar(a?)mayan Dida...

Fotoğraf: Getty

16 Şubat 2010 Salı

Dalin Bebe

Bornozları giyeriz tek sıraya gireriz
Bunun için hepimiz dalin isteriz
Banyoyu çok severiz yerindedir neşemiz
Yanmadan gözlerimiz mis gibiyiz tertemiz
Ama önce hepimiz dalin isteriz

Fotoğraf: GQ
Kaynak: Yahoo BDL

15 Şubat 2010 Pazartesi

Teksas Büyük Sever!

All-Star 2010'a en büyük damgayı şu gördüğünüz hayvani dev ekran vurdu. Her şeyi geçiyorum, 2003'ten beri en iyi All-Star'dı belki de ama, ama... Şu ekranda iyi PES döner...

Fotoğraf: Getty

Satırdey Nayt

Açılış seremonisini son saniyesine kadar izledim, yattığımda saat 07.00 sularıydı. Dediğim gibi, 09.00 gibi de uyandım. Bildiğin ölüyordum dayı, gözlerim yanıyordu. Kendimi direk duşa attım, açılırım biraz diye, ama duştan gözlerim kapalı çıktım resmen. Hazırlandım falan, felaket bir yağmur altında Ataköy tarafına gitmek için yola koyuldum. Öğle saatlerinde eve geldiğimde güneş yüzümü yakıyordu. Havanın başı dursa, götü durmuyor zaten bu günlerde. Aklımda uyumak vardı biraz olsun. 2 saatlik uykuyla duruyordum zira. Sağolsun, üst kattaki komşumun zaten eziyet şeklindeki müzik seçimlerine bir de subwoofer'ın etkisi girince yalan oldu. Akşam organizasyonunda Yeni Açık tayfasından Memir'in ev sahipliğinde All-Star organizasyonu vardı, ufak da olsa. Şaban satınca 3 kişi kaldık zaten, anlayın işte. Yeni Açık'ta zaman zaman fazla kombineleri değerlendiren Volkan ile buluşup, Beşiktaş Çarşı'daki Külüstüre yol aldık. Memir geldi, goller geldi, içtik falan, yemek yedikten sonra Memir'e yollandık. Alkol falan da vardı ama beni en çok etkileyen uykusuzluk oldu. İşte böyle olunca, üzerine bir de böyle boktan bir organizasyon izleyince daha çok üzülüyorum. Ha, biz aramızda eğlendik mi? Eğlendik, o ayrı mesele. Shooting Stars için favorim Teksas takımıydı, o güzel oldu. Yetenek yarışmasında Derrick Rose diyordum ama yarışmadan çekilince Nash alsa fena olmazdı, eğlendirdi de. 3lük için ilk açıklandığında, hatta açıklanmadan bile Stephen Curry'nin almasını istiyordum. Volkan'ı hatırlamıyorum ama Memir'in de gönlünden geçen isim oydu. İlk turda isabetleri buldukça coştuk ki coştuk. İkinci turda, en son atacağını gördüğümde baskı korkuttu beni de, yine de bir çaylağa göre çok iyi performans gösterdi, şutuna kurban olduğum. Pierce'ı hep sevmişimdir de, Garnett, o triplerine ayar oluyorum. Smaç yarışmasında kalbimden geçen isim yine bir çaylak, DeMar DeRozan'dı ama Shannon Brown'dan da tırsmıyor değildim. Kısa kesiyorum, hepinize yazıklar olsun, özellikle Brown'a. O kadar yaygara koparıldı, bunlar için mi? Yeteeer, Nate Robinson, yeeeteeer...

Fotoğraf: Getty

Vancouver 2010

Cuma gece başlayan uykusuzluk, işe geldiğim şu saatlerde hala devam ediyor. Bu uykusuzluğun ana sebebi All-Star haftasonu olsa da Vancouver'daki Kış Olimpiyatları açılış seremonisinin payı az değil. Zaten eve gece yarısından sonra geldiğim için, uyku da tutmayınca sabaha karşı 04.00'te başlayacak olan Rookie maçını beklemeye başladım. İlk periyot ille birlikte yatağın içinde kaybolmuş olan kumandayı aramaya başladım telaşla. Açılış seremonisi olduğu tamamen çıkmıştı aklımdan. Uzun süredir de merak ediyordum açıkçası. Neyseki Eurosport'a geçtiğimde henüz başlarındaydı, ülke kafileleri daha gelmeye başlamamıştı bile. Olimpiyat konusunda bir geçmişim yok, ne Sidney'i izledim ne de Atina ile Pekin'i. Sidney'den aklımda kalan Vince Carter'ın Frédéric Weis'ın üzerinden yaptığı akıl almaz smaçtır mesela. Atina'dan ya da Pekin'den aklımda kalan bir şey yok ne yazık ki, ilgisizlik işte. Bak Michael Phelps vardı mesela, doğru. Neyse dayı, fazla uzatmadan önce Dağhan Irak ile Caner Eler'e hem teşekkür ediyorum, izlenebilir kıldıkları için, hem de tebrik ediyorum. Aynı anda TRT de yayın veriyordu ama arada çok bariz bir kalite farkı var. Öyle ki, seremonide How I Met Your Mother'dan da Yüzüklerin Efendisi'nden, Gri Gandalf'tan da bahsedebiliyorlar... Sadece Pekin'deki açışış seremonisinde, meşalenin havada konuşularak yakılmasını izlediğimden bir kıstas yapamıyorum ama çok hoşuma gitti açılış seremonisi. Renklerin, ışığın, zeminin ve tavandaki perdenin kullanımı şahaneydi. Aklımda kalan tablo ise, zeminde buz kırılması yaratıp ardından orkaların sürü halinde geçişini yansıtmalarıydı... Eğer seremoniyi unutup Rookie maçına devam etseydim, büyük olasılıkla tamamlamadan uyuya kalacaktım. Ama Eurosport sayesinde 09.00'da kalkmam gerekse de bitene kadar keyifle izledim, nitekim 2 saat uyuduktan sonra kalktığımda dünya dönüyordu, uykusuzluktan aptal gibiydim. Ama pişman değilim, öyle ki cumartesi öğleden sonra eve döndüğümde tekrardan veriyorlardı ve izlemeye koyuldum. All-Star sebebiyle yarışları takip edemesem de bu hafta uyku düzenini oturtup en azından tekrarlarını izlemeye çalışacağım gün içerisinde, çalışan biri için Vancouver ile olan saat farkından izlemek ölüme sebep olabileceğinden.


Fotoğraflar: Getty Images

14 Şubat 2010 Pazar

Angutlar!

Kendi ezikliklerini husumet sanan Ankaragücü taraftarını zaten geçiyorum ama, sırf iki-üç adam gelsin diye şu rezilliğin altına imza atmaktan çekinmeyen Türk Telekom'un allah gani gani belasını versin.

Foto: gazetevatan.com

12 Şubat 2010 Cuma

Şimdi Neredeler?

Tülin Şahin: Mankenliği bırakıp, giysi tasarımına girmiş diyorlar. Arada televizyonlarda görünüp, "Bana Norveç'te sürekli Cindy diyorlar" demeye devam ediyor. Kendi kendini kültür elçisi ilan etmiş.

Ayşe Hatun Önal: Türk elektro müziğine, "Sustuysam" adlı taş gibi albümüyle yeni bir boyut katttıktan sonra, herkes ondan ikinci albüm beklerken, evlenip çoluk çocuğa karışmış. Umre'ye filan gitmiş galiba.

Batista: Gaziantep, Galatasaray, Shaktar, Kasımpaşa, Konya derken, bu sene Mersin İdmanyurdu'nda oynamaya devam ediyor. Mertol Karatay adıyla Türk vatandaşlığına geçti ama, "Mertol" diye çağrılmanın verdiği azap yüzünden, bir süre sonra çıkabilir. Konya'da bir hayat kadınını nikahına almak istediği biliniyor.

Balic: Tabii hikayesini anlatmayacağım, lakin kariyerindeki en önemli detay, tutmayan müzik albümüdür herhalde. Türk halkının Ümit Davala'ya gösterdiği tepkinin bir benzerini Balic'e göstermiş olmalı Boşnak kardeşlerimiz.

Ümit Karan: Eh işte, Eskişehir. Lakin 222'ye gitmek yerine, arabayla İstanbul'a gelip Maçka Parkı'ndaki Frame isimli mekanına gittiği söyleniyor. Beni mekana almadıkları için ötesini bilmiyorum.

11 Şubat 2010 Perşembe

Hangisi Gerçek Gerrard?

Geçen ay görmüştüm, yapım aşamasındaki fotoğrafları ama tamamlanmadan koymak istemedim. Belki koymuşumdur, inanın onu bile hatırlamıyorum. David Beckham ve Wayne Rooney'den sonra Madame Tussauds müzesindeki yerini aldı Kaptan. Değeri 150 bin pound olan balmumu heykelin yapımı 4 ay sürmüş. Gerrard sakat mı? Koy orta sahaya...

Kaynak için DailyMail'e şükranlarımı iletir, resimler için de Getty'e teşekkür ederim.

Mevzuyu Seviyoruz

"Hücum maçları kazandırır, defans şampiyonlukları."

Ümit Özat Ankaragücü'ne yardımcı antrenör oldu olalı hemen Ankaragücü kafasına ulaşmış. NBA takipçileri bu meşhur özdeyişi bilirler, Ümit Özat da Ankaragücü'ne uyarlamış. Kendisi daha önce Sparta Prag'ı Sparta'da yenmişti.

9 Şubat 2010 Salı

The Book Of Basketball - 2

The Book of Basketball'dan yaptığım ikinci alıntıda, yazar Bill Simmons'un yaz ligini takip etmek bahanesiyle gittiği Las Vegas'ta Isiah Thomas'la tanıştıktan sonra, o dönemdeki Detroit hakkında yaptığı yorumu yayınlıyorum.

Sayfa 37-38-39
Detroit, ardarda iki sene playofflarda kaybettikten sonra 1989 yılında kupayı kazanmayı başarmıştı. 1987 yılında Celtics ve 1988 yılında Lakers'a kaybettikleri seriler, playoff tarihinin en şanssız serilerinden ikisiydi. Her iki seri de Detroit için moral bozucu "lanet olsun" anlarıyla doluydu. Boston serisinin 5. maçında Bird'in çaldığı top, 7. maçta Adrian Dantley ve Vinnie Johnson'un kafalarının çarpışması; ya da Lakers serisinin 6. maçında Isiah'ın ayağının burkulması gibi.
1989 yılında Pistons şampiyonluk için tekrar toplandı ve 62 galibiyet aldığı sezonda Lakers'ı süpürerek şampiyonluğu kazandı. Bu şampiyonluğu getiren en önemli hamlelerinden biri de, sezon içinde Adrian Dantley'i draft hakkı ile beraber Dallas'a gönderip karşılığında Mark Aguirre'ı aldıkları takastı.
Isiah şampiyon oldukları sezonla ilgili gazetecilerle yaptığı röpörtajlarda, kazanmanın yollarından da bahsediyordu. Cameron Stauth'un yazdığı ve Pistons Genel Menajeri Jack McCloskey'in bu kazanan takımı nasıl oluşturuğunu mükemmel bir dille anlatan "The Franchise" isimli kitapta Isiah o seneyi şöyle anlatıyor:
"Bu fiziksel yeteneklerin ötesinde bir olay. Takıma ilk geldiğimde, McCloskey drafttan kısa br oyuncu seçmek için çabalıyordu. Fakat onun bildiği birşey vardı ki, en yukarı çıkmak, fiziksel değil zihinsel dayanıklılıkla mevcuttu. Dönemin kazanan takımları Celtics ve Lakersı izleyerek, bu zihinsel dayanıklılığın nasıl kazanılabileceğini öğrenmeye çalşıyordu. Seattle'a bakıyorduk, yüzüğü parmaklarına taktıktan bir yıl sonra dağıldılar. Houston finallere çıktı, ertesi sene dağıldılar.
Pat Riley'in Show Time isimli kitabını okuduğumda, Riley'in "daha fazlasını isteme hastalığı"ndan bahsettiğini gördüm. Kupayı kazanan bir takımda, bir sene sonra her oyuncu daha fazla süre, daha fazla şut, daha fazla para istiyordu. Bu onların sonunu getirdi. Biz dört senedir en üst seviyelerde oynuyoruz. Çok kolay bir şekilde dağılabilirdik. Bu yüzden Riley'in söylediklerine önem verdim. Sonumuzun Houston veya Seattle gibi olmasını istemedim. Fakat bencil olmamak çok zor bir şey. Kazanma sanatı istatistiklerle açıklanmakta, bu yüzden bizim de para kazanma yolumuz istatistiklerden geçiyor. Biz de bununla savaşmaya, takımdaki birlikteliği sağlayacak bir yol bulmaya karar verdik. Ve sanırsam bu yolu da bulduk. Eğer bu sezon kupayı kazanırsak, 20 sayı ortalama tutturan bir oyuncusu olmadan kupayı kazanan ilk takım olacağız. Tarihte. İlk takım. Kazanmaya ant içmiş 12 kişiye sahibiz. Her akşam bize maçı kazandırabilecek farklı bir oyuncuyu ortaya çıkarabiliyoruz.
Birkaç sene önce bir All-Star maçında Larry Bird'le saha kenarında oturmuş, basketbol topları imzalıyor ve muhabbet ediyorduk. Ona Red Auerbach ve Boston takım hakkında fikir almak için bazı sorular sordum. Fikir almaya çalıştığımı düşünüp düşünmediğini bilmiyorum, ama zannedersem biliyordu. Çünkü ona bir soru sordum ve o sadece yüzüme baktı. Gülümsedi. Cevap vermedi."
Vaay.
Birkaç sayfa sonra Isiah, Detroit'in dışarıdaki dünyadan neden bu kadar az saygı gördüğü hakkında konuşuyordu.
"Bizim takımımıza istatistiksel olarak bakarsanız, ligin en kötü takımlarından biri olduğumuzu görürsünüz. Bu yüzden basketbolu değerlendirebilmek için yeni bir formüle ihtiyacınız var. İlk görüş hakkındaki görüşlerimi birçok kez belirttim, çünkü sürekli bu şekilde şampiyon olamayacağımızı söylediniz. İstatisiklerimle yargılarsanız, çok kötü gözükürüm. Fakat sürekli galibiyet-mağlubiyet oranımıza baktım, sürekli kendime "Isiah, sen doğru şeyi yapıyorsun" dedim. Sonuçta bu yolda inatçı olmaya karar verdim. Eninde sonunda insanlar bir oyuncuyu yargılamak için farklı bir yolu keşfedecek. Gazeteyi eline aldığında "Vay, bu adam 12'de 9 isabet bulmuş ve 8 ribaunt almış, demek ki maçın en iyi adamı o" demeyecek.
Birçok maçımızda bizim en iyi oyuncumuzun kim olduğunu kimse bilemez. Çünkü herkes çok iyi oynamıştır. Bizi çok iyi yapan da bu. Çünkü rakip takım 2-3 oyuncuyu durdurmak yerine, 8-9 oyuncuyla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Bu kazanmanın tek yolu. Tek. Oyunun icat edilme sebebi bu. Fakat daha da iyisi, kaybetmeyi kabullenmeyen bir çevre yaratmış olmamız"
İşte az önce okuduğunuz iki paragrafta, Isiah şampiyoun olmuş bir NBA takımında merak ettiğiniz herşeyin cevabını verdi. Her zaman bu sırrı öğrenmek istedim. Fakat bu alıntıda hiç "sır"dan bahsetmiyordu. Ben de cesaretimi topladım ve ona şu soruyu sordum: "Basketbolun sırrı nedir?
Isiah durdu ve gülümsedi."Basketbolun sırrı, basketbol hakkında değil."
Basketbolun sırrı, basketbol hakkında değil.
İşte Vegas'ta öğrenebileceğiniz şeyler bunlar.

Stilyagi

1950'li yıllardaki baskıcı Sovyet rejimi döneminde Amerikan kültürüne ilgi duyan Rus gençlerini anlatan bir film Stilyagi... Tabi işe biraz daha ilgi katmak için de bu konunun etrafında şekillenen bir de aşk hikayesi mevcut.

Babası diplomat olan Fred'in başını çektiği grup renkli elbiseleri, farklı müzik beğenileri (Caz - Rock'n Roll) ve ilginç partileriyle dikkat çekmektedir. Onlardan pek hazetmeyen Komünist Parti'nin gençlik kolu Konsomol ise 'züppeler' denen bu grubun üzerinde sürekli bir baskı oluşturmakta ve kovalayan tarafı temsil etmektedir.

Filmin aşka bağladığı boyut ise Konsomol'un züppelere yaptığı baskınlardan birinde Polza'yı (Oksana Akinshina, bu ablanın güzelliğine dikkat!) gören 'yoldaş' Mels'in onun için tüm geçmişini silip züppeler arasına girişi ile başlıyor.

Komünist rejimin belki de en çok tepki çeken 'tekdüze yaşam' dayatmasını ve Putin döneminin de o dönemlerde yaşanan baskılara geri dönüş sinyalleri verdiğine dair eleştirilerini filminde 'gizliden de olsa' yansıttığını belirten yönetmen Valery Todorovsky bir gazeteye verdiği demeçte; o gençlerin rejime kesinlikle karşı olmadıklarını, sadece monoton bir hayattan kurtulup hayatı biraz daha renkli görebilmek istediklerini belirtmiş.

Film, müzikal ile harmanlanmış bir Romantik/Dram filmi olarak tanımlanabilir, en azından ben öyle tanımlayabiliyorum ve Rus sinemasına şüpheli yaklaşıyor olsam bile kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden biri olduğuna dikkat çekiyorum. Özellikle filmin finalindeki 10-15 dk.'lık kısım gayet etkili.

2008 yapımı film Türkiye'de gösterime girmedi, festivallerde yer alıp almadığını bilmiyorum fakat sizin de takdir edeceğiniz gibi çeşitli paylaşım sitelerinde istendiği takdirde bulmak mümkün.

Rus sinemasını tanıma aşamamda sıradaki film Moskva Slezam Ne Verit (Moskova Gözyaşlarına İnanmıyor'imiş ekşisözlüğe göre Türkçesi...) 1981 yılında en iyi yabancı film dalında Oscar almış olmasının yanı sıra filmin müziklerinden de sıkça konuşulmakta.

(Şaban, özellikle sana tavsiye ediyorum fakat sebebi 'Bulgar' geyiği değil. Senin daha çok beğenebileceğini düşündüm nedense... Böyle fıkır fıkır, göbek atmalı falan, müzikal...)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Adidas Originals Star Wars Series

Adidas mükemmel bir seri yapmış. Tam da bu Star Wars çılgınlığının üzerine denk gelmesi de cüzdanlar açısından hoş olmayacak. Çok para lazım, çok. Gürkan'ın ağzının suyu akacak keh keh.