20 Kasım 2010 Cumartesi

CSKA & Dule

Efes ile CSKA kaderlerinin birbirlerine bağlı olduğunu düşündüğüm takımlardır. Efes'in oldum olası CSKA'ya ters gelen yapısından dolayı da bu ikisinin birbirleriyle bağlantısı ilgi çekici gelmiştir bana; Mirsad, Langdon, Granger, Brown gibi Efes'ten sonra CSKA'da oynayan oyuncular keza. Hiçbir şey için olmasa bile sırf 98-99 ya da cCc Zalgiris cCc (Tyus Edney mi demeli yoksa?) sezonu olarak tanımlanabilecek o sezonda Zalgiris'in Abdi İpekçi'de Ülker'in fişini çekmesini takiben telefondan dinlediğimiz o efsane maç için bile ikisinin maçları her zaman farklı bir anlam ifade edecektir. İsmet Badem'in ekran başındaki mimikleri, telefon adlı cihazın handsfree özelliğinin belki de tarihteki en etkin kullanımı ve Murat Murathanoğlu'nun şaşkınlıkla mutluluğu bir arada aktaran sesi ve benim jenerasyonum için daha pek çok detay belki de...

90'ların sonunda ülkelerinin basketboldaki konumlarına paralel olarak biri yavaş yavaş Avrupa'daki konumunu sağlamlaştırırken diğeri aynı hızla geriliyordu. 2001'den sonra İstanbul'da bütçeler kısılır ve göreceli olarak mütevazi kadrolarla iyi işler yapılırken, Moskova'da Mirsad Türkcan ve Gordan Giricek imzaları ile temelleri atılan yüksek bütçelere karşı arzulanan noktaya erişilemeyen bir döneme girilirken 2005'te bir başka dönüm noktası gerçekleşti. İmkansızları başarabilen takım TAU'nun, CSKA'yı Moskova'daki Final-Four'da yenip, Ivkovic dönemini kapatırken, Messina döneminin başlayışı ve benim anlayışıma göre Avrupa'daki en doğru basketbolun oynandığı bir süreç. Sonuçta Moskova bu dört sezon boyunca iki kez kupayı alırken kalan ikisinde finalde Messina'nın panzehiri Obradovic'in Panathinaikos'una biri deplasmanda biri de verdiği bir devrelik avansı kapatmasına yetmeyen zaman nedeniyle daha iyi takım olmasına rağmen kaybediyordu. İstanbul'da ise aynı dönemde her sezon daha da geriye giden biracılarda coach değişiklikleri ve onları tanımlayan kelimelerden istikrardan yoksunluk göze çarpıyordu, Moskova'dakinin tam aksine. Hatta CSKA'nın Efes'e net bir üstünlük sağladığı tek dönem de bu periyoda dek gelmektedir. Messina sonrası kadrosu da bir kademe gerileyen CSKA'nın finale ulaşamadığı geçen sezon Efes iyice dibe vurup Top 16'e giremeyeşinin ardından yoğun şans faktörüyle en azından bu sefer ilk turda elenmiyordu. Bu sezon da şu ana kadar tersine dönen bu ivmenin devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.

Geçen iki sezonda oynanan basketbol itibariyle Perasovic, enkaz aldım dese gıkımı çıkırmam şahsen. Hal böyleyken Efes'in şu ana kadar fena gittiğini düşünmüyorum kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da varsayarsak her ne kadar zirve takımlarla boy ölçüşmek için ciddi defoları olduğunu düşünsem de. Bu ikili arasındaki tuhaf negatif korelasyonu doğrulayacak şekilde CSKA da tepetaklak gidişini sürdürdü bu haftaki mağlubiyetle. Şu ana dek sadece sezon başı grubun en zayıf takımı olarak görülen Union Olimpija'yı evinde farklı öne geçerek başladığı maçta sıkıntılı bir şekilde mağlup ederken, diğer tüm maçlarda farklı kaybettiler. Önemli eksikleri vardı belki ama sonuçtan da öte oyunlarının pek de iç açıcı olmadığı gerçeği var ortada.

Birkaç yıl önce Sırbistan'dayken oradaki arkadaşlarla mevzu Sırp basketbolundan açılmışken hepsi Vujosevic'in adı geçtiğinde onun yetersizliğinden söz etmişlerdi-otostop işareti yaparak aynı zamanda- ki bu oyun hakkında bilgili, mevzuya yaklaşımı Kazım Kanat düzeyinden uzak kişilerdi hepsi. Sırbistan-Karadağ'ın 2003'teki performansının da etkisi vardı belki -her ne kadar Ostojic'in önemli bir parça olacak kadar görece zayıf bir Yugoslav kadrosu ile İsveç'e gelseler de- ama üst düzey takımlar için uygun biri olmadığından bahsetmişlerdi. Partizan'daki performansı o modeldeki bir takım için harikuladenin de ötesindeydi malumunuz, özellikle geçen sezon artık iyiden iyiye birkaç takımın tekeline girmiş Final-Four'a da ulaşarak muazzam bir işe imza atmış biri kendisi. Ki bunda bile bu süreçte yaptığı güzel işlerden çok sonuç alması ilgilendirmiş olabilir, sahada kazanmak dışında pek az şeyi düşünen Sırplar için. Dule, ülkesinde hem çok sevilen hem de çok büyük saygı duyulan bir karakter, saha dışındaki hayatıyla da. Benim aklımda da her zaman yer edecek anlardan biri Boras'taki son dakikaya kadar kafa kafaya giden bir eleme maçında takımı lehine verilmiş bir hakem kararını düzelttirebilmesi olacak. Buna karşın CSKA'nın halini gördükçe Sırp dostlarımdan duyduklarım aklıma geldi ilk önce. Dev bütçesi daralmakta olan CSKA nispeten mütevazi bir takımdan da muhtemelen iyi verim alabileceğini düşündüğü bir ismi getirdi takımın başına ama Dule şu ana kadar sorunları çözmek bir yana kendisi de ayrı bir soru işareti. Kendisinin basketbol anlayışında pivotlar hatta size olarak da oldukça büyük adamlar kayda değer bir öneme sahip. Pek çok uzundan iyi verim alarak onları önemli takımlara yolladı Belgrad'tan. Özellikle de on sene önce Muratpaşa ile Konya'daki bir hazırlık turnuvasında gördüğüm Slavko Vranes'ten aldığı verimi ve onun o zamanki halini gördükçe kendisine şapka çıkarıyorum-bu adamı ayrıca NBA'de gördüğüm ilk seferde de kendimi bayağı cimdikletmişliğim vardır-. Partizan gibi takımlarda bu tip adamlar değer bulsa da CSKA gibi zirve hedefi olan bir takım için içerdikleri defektlerle sıkıntı kaynağı olmaları kuvvetle muhtemel. Marjanovic, genç bir potansiyel olarak yetiştirilmek için ideal bir aday gibi görünüyor ama hem o hem de Sokolov gibi fazla uzun ama ağır adamlar rakip için öldürücü olamadığı zaman size daha çok sıkıntı yaratabiliyor. Big Sofo'nun bile oynadığı takımların temel sistemlerinin bir parçası olmak yerine sistem dışı bir faktör olarak kendine bir yer bulması da bunun bir sonucu. Hal böyleyken CSKA'nın ve Vujosevic'in çözmesi gereken sorun bana göre ciddi görünüyor. Buna karşın kadrosunda Langdon ve Siskauskas (Litvanya'nın 2010 hariç, 2000'li yıllardaki iyi ve kötü milli takım performanslarının arasındaki fark nedir acaba? Hayır, Jasikevicius değil.) gibi hastası olunacak iki adamı henüz ve yorgun döndüğü Amerika turnesi dışında beş dakikada fazla bir arada oynatamamış bir takımın bu ikiliyle beraber işlerin biraz düzelmesini umması da doğal bir beklenti olarak karşılanabilir. Hem CSKA hem de Dule'nin geleceğini merakla bekliyor olacağım şahsen.

16 Kasım 2010 Salı

Sir Türbülent


Malum bu fantastik insan şu sıralar aldığı ceza ile gündemde. Ben ise kendisini her türlü saçmalığına rağmen canlı dinlediğim kısa zaman zarfı içinde ortaya koyduğu fantastikliğiyle anacağım diğer özelliklerinden önce. Sivasspor'un lider olduğu dönemde kendisi bizim okula gelmiş, panel adı altında vaazını vermekteyken bir arkadaşın ısrarıyla, bir bakalım ne diyor diye salondan içeri atmamızla karşısında bulduk kendimizi. Ben cidden eğlenmem nedeniyle kalmak için ısrar etsem de arkadaşların sınavının olması ve vaazcımızın biraz da bayması nedeniyle sadece on beş dakika kaldığım o kısa süre içerisinde bu muhterem zat, futbolcularına kasadan 300-400 bin TL aldırıp bunu nasıl cemevine bağış için gönderdiğini, Sivas'a milyar dolarlık yatırımlar için bulunduğu lobi faaliyetlerini, Kızılırmak'ın çevresinin restorasyonunu nasıl planladığını ve daha neler neler ama en bombası aklımda kaldığı kadarıyla aşağıdaki bölümdür. İçerik açısından kendisinden duyduğum hiçbir şeyin beni içerik olarak şaşırtacağına inanmasam da anlatış şekli efsanedir. Telegol'e yıllar sonra kaybettiği kanı kazandıracak kişi yolunda en büyük adayımdır. Bu arada vaaz süresince arkasındaki ekranda atın üstünde şaha kalkmış, asker selamı verirken gözyaşlarıyla, arkasındaki dev Sivasspor logolu halının önünde Rayban sponsorluğunda gibi çeşit çeşit fantastik resimlerinin de slayt gösterisi halinde bulunduğunu belirteyim. Bu görsel şovla birlikte eğlence bir üst kademeye çıkıyor. Nacizane önerim eğer kendisine tahammül edecek sabrınız varsa bu tip onu dinleme olanaklarını sakın kaçırmayın hatta yaratın.

"Mesela Sivas'ta benim telefonumu herkes bilir, bilmeyen yoktur. Birinin borca mı ihtiyacı var, eli mi sıkışık ya da kefil mi lazım, ararlar beni. Geçen bir kardeşimiz ricacı oldu araba alacakken ona satmamışlar, kefil istemişler, beni aradı 'Ağabey senin ismini verebilir miyim?' dedi. 'Tabi kardeşim, ver şu galericinin numarasını ben hallederim hemen.' dedim. Sonra aradım galerici kardeşimizi, ağabey sen kefil oluyorsan tamamdır dedi. Keza, bütün marketler, büfeler hepsini tanırım. Hangi oyuncum nereden, ne zaman, ne almış kalem kalem haberi anında ulaşır bana. Geçen bizim çocuklardan biri gece 12'de 5 tane bira almış, tabi hemen telefon geldi bana. Aradım futbolcuyu, 'Oğlum birini şimdi iç, kalanları ben gelince beraber içeriz.' dedim. Sonra sabah futbolcu idmanda camız gibi, herşeyin üstünden atlıyor."

Emin olun canlı olarak yaratacağı etki anlatılmaz yaşanır boyuttadır.

10 Kasım 2010 Çarşamba

www.ivefan.com

Yıllar yıllar önce Volkan Güçler açmıştı bu siteyi. Takipçisi de vardı epey, o zamanlar Sixers'ta oynuyordu dayıoğlu. Volkan ağabeyim bir ara ortalardan kayboldu, site de uçtu gitti. Beşiktaş'a gelmişken; "Gürkan ivefan'i yeniden açalım mı kardeşim?" diye sordu, açıverdik biz de. Biraz aceleye geldi ama zamanla oturacaktır. En azından 1 seneliğine de olsa arşivimiz olsun, o gittikten sonra açıp açıp bakalım. Daha yeni geldi ama ben gideceği zamanı falan düşünüyorum arkadaş, olacak iş mi... Hoşgeldin Iverson, hoşgeldin ivefan...

2 Kasım 2010 Salı

Всё будет хорошо!

Bilgi saymaktan baska her boka yarayan teknolojinin medar-i iftihari aparatimin bozulmasinin ardindan kendimi buyuk bir boslukta hissettigimi, yalnizliklarimi kendimle bile paylasamayacak kadar aciz tavirlarim oldugunu itiraf etmeliyim.

Oyle ki masa basi-yatak ustu olarak tabir ettigimiz, gun icinde girdigim bir cok pozisyonda (misyoner, doggy falan bunlara dahil degil) bu can sikintisi anlari tamamen bir cin iskencesine donusuyor.

Bloggersadigim o anlarda hep bir cikis yolu aradim, kafami kaldirim baktigimda ileride bir isik gormeyi umdum ama oyle olmadi, bulamadim, goremedim... Asiri doz A4 cekmeye basladim.

"Twitter!" dedim usta, "Bana Twitter verin!"... Vermediler... Nikotin bandiymiscasina 140 karakterle sinirladigim post-it kagitlari yapistirdim vucudumun her tarafima.

Koskoca cift kisilik yatakta uzunca bir sure tek kisilik nevresim takimiyla uyudum. Bir nevi ipana curuk testi gibi, bir nevi sacinin yarisi Rejoice ile diger yarisi da baska sampuanla yikanmis gibiydi...

Icim el vermedi, "Lan" dedim "Henry, yarin obur gun eve hatun atsak rezil oluruz" Gittim cift kisilik nevresim takimi aldim, serdim, uzandim. Cift kisilik yatagimi cift kisilikli halinden kurtardim kurtarmasina ama bir Saldiray Abi gibi hissetmedim de degil hani kendimi bu cift kisilik yatak muhabbettinde kafa patlatirken...

"Buroda oturuyom, o ariyor: Saldiray para ver... Bu ariyor: Saldiray seviselim. Oteki ariyor: Soleryumda topless vaziyetteyim hadi gel. Ama olmaz ki canim! Bir insanin ustune bu kadar da gelinmez ki!"

Biliyorum, her sey daha guzel olacak bir sure sonra.

Biliyorum, bir sure sonra, ictigim vodkayi yarim saat sonra klozete bosaltmam gerekmeyecek.

Her sabah 6 sularinda agir bir, "Isemem lazim anasini satayim" duygusuyla uyanmayacagim gunler gelecek. Isemeye usenip uyanincaya kadar sikilan sikin tasagin agrisini cekmeyecegim zamanlar olacak...

Hicbir lanet sabaha uykumu alamadan "Merhaba got oglani seni" demeyecegim, eminim. Butun bir gunum "Bugun isten doner donmez kafami vurur yastiga yatarim haci" yalanina inanmakla farazi zaman bekciligi yapmaktan daha degerli bir anlama sahip olacak.

Sagda solda benim gibi gurbetteki Turklerin muhabbetlerine Fransiz kalmayayim diye izlemeye basladigim Ezel denen diziyi de hafizamdan sildirecegimi biliyorum.

Ezel, Kerpeten Ali, Ramiz Dayi ve Kenan Birkan bir gun gidiyormus...

"Yalniz Cansu Dere de havada karada, her turlu moruk..." muhabbetlerinin bir parcasi olmayacagim...

Bir gun hepsi bitecek.

Her seyin sonu gelecek.

Biliyorum.

Guzel gunler gorecegimi biliyorum...

Gunesli gunler...

Cok soguk burasi amina koyayim!

Ivan Ergic


Ivan Ergic ve Bursaspor ilişkisi ilk kez gündeme geldiğinde Ergic denenmek üzere Bursa'ya gelmiş fakat 1 hafta sonra anlaşma sağlanamayınca geri gönderilmişti 2 sezon öncesinin yaz kampında. Daha sonra ise Bursaspor o bölgeye başka bir transfer yapamayınca biraz da mecburiyetten Ergic'le sözleşme imzalamıştı. O gün, Ergic'in nasıl bir oyuncu bilmiyorduk tabii. Ergic sadece Basel'de uzun süre kaptanlık yapmış ve gençlik yıllarında Juventus kapısından dönmüş bir genç yetenekti. Daha sonra da açıkladığı gibi kariyerinden yeni bir heyecan arıyordu ve aradığı heyecan Bursa'daydı. Fakat Bursaspor'un da aradığı Ergic'miş belki de. Tarihimizin en büyük başarısında Ergic en önemli etkenlerden biriydi. Gerek görüşleri, gerek profesyonelliği, gerekse tavırları, kısacası her haliyle o bizim görmeye alışık olmadığımız bir futbolcuydu. Ülkesinde bir gazete köşe yazarlığı yapıyor, Marx'a inanıyor ve futbolu sadece geçimini sağlamak üzere severek yaptığı bir iş olarak nitelendiriyordu. Kısacası o tribünlerin ve futbolu gerçekten gönülden sevip, bir takım uğruna yollarına düşenlerin sahada vücut bulmuş haliydi. Ülkemizde Marksizm ile ilgili panellere katılır, her maçtan sonra formasını isteyen seyirciye formasını verir ve fotoğrafını çektirir, taraftara gerçekten özel olduğunu hissettirir Ergic. Ergic'i görünce keşke her oyuncumuz Ergic gibi olsa dersiniz tribünde.

Bunun en güzel örneklerinden birini de bugünlerde yeniden fark ettik. Ergic, Manchester United maçı için maddi durumu elvermeyecek insanlara dağıtmak üzere 630 adet bilet almış. Bu biletleri de tercümanı ve arkadaşları aracılığıyla çoktan, sessiz sedasız dağıtmış bile. Yarınki maçta 630 Bursaspor taraftarı belki de hayatları boyunca unutamayacakları bir akşam yaşayacaklar Ergic sayesinde. Ergic bir Bursaspor taraftarı değil, Türk bile değil ama bizim alıştığımız düzenin o kadar uzağındaki bunu düşünüp böyle bir jesti yapabiliyor. Bunu yapmak Ertuğrul Sağlam'ın, Ömer'in, Sercan'ın değil de Ergic'in aklına gelebilirdi. Bu bahsettiğimiz biletlerin fiyatları çoğu futbolcu için çok da mühim bir para değil ama bunu düşünmek ve şova dönüştürmeden yapabilmek mühim olan. Bundan önce de amigolar aracılığıyla biletlerin dağıtıldığı çok oldu bu memlekette ama kimse Ergic gibi düşünerek yapmadı bunu. İşte bu yüzden Ergic çok özel bir insan. Zaten kişiliğiyle hayran olduğum bu adama her hareketinden sonra daha da hayran oluyorum, efsane statüsüne çıkarıyorum kendi kendime. Bursaspor taraftarı olduğum için Ergic sayesinde daha da bir mutlu oluyorum. İyi ki yollarımız kesişmiş diye seviniyorum.
Ergic futbolu bıraktıktan sonra da bizimle kalsın istiyorum ama bir yandan da düşünüyorum şimdiki eski futbolcular gibi ikide bir git gel yaparak kendini rezil etmesin, bizim için özel olarak kalsın hep. Zaten onun böyle bişey yapacağını sanmıyorum, dediği gibi o sadece bir heyecan peşinde ve burdaki heyecan birgün bitince o da gidecek. Ertuğrul Sağlam sonrası Ergic hocamız olsa onunla da başarılar yakalasak ama bu ülkede onunla aynı dili konuşabilecek ne futbolcular, ne yöneticiler ne de medya var. O yüzden Ergic bizim Cantona'mız olsun, gelsin tribünde beraber bağıralım, beraber izleyelim maçları, beraber sevinelim her golde. Bizim için hep özel olarak kalsın.