Balkona çıkıp havayı kontrol ettim, birazcık esintili ama yine de fena değil, kalın giyinmeye gerek yok. Zaten sırtımda bir sivilce çıktı ki birinin kafasına o sertlikte bir şey düşse kafası yarılır. O deli gibi kaşındırırken bir de sıcaktan kaşınmanın alemi yok...
Evdekiler Karadeniz gezisine gittiler, kardeşimle yalnızız. Sıkıldığım için dışarı atasım var kendimi ama biraz da tedirginim kardeşim yalnız kalacağı için, ne olacağı belli değil tabi. Öyle şeyler duyuyorsun ki, paranoyak olmaman için paranoyak olup paranoyalarının farkında olmaman gerekiyor. Tıpkı "ben sarhoş değilim!" diye iddiada bulunan bir sarhoş gibi.
Tabi bi' de asit yağmuru, kül bulutu gibi geyikler var. İsim tamlaması! Sıfat da olabilir gerçi, unutmuşum hep. Neyse ne artık, tehlikeli işte artık!
"Kapıyı kitlersin ben çıkınca, bir şey olursa babaannem karşıda. Habire kadının kapısını çalıp rahatsız etme..." dedim. "İyi be öf!" dedi, yeni nesil biraz huysuz oluyor... Gerçi küçükken de böyleydi bu, okuldan eve her gelişimde çantamı karıştırıp defterimi kitabımı yırtardı. Severim yine de kendisini, kardeş ne de olsa...
Kafamda biraz sonra üzerine bahis yatıracağım maçları tartıyorum, öyle bir duruma geldik ki zira, oynadığımız maçlardan hangilerinin yatacağının üzerine bile bahis koyacağız neredeyse! İddaa diye film senaryosu yazabilirim aslında... Bir bayi içerisinde beslenen umutlar, yatan kuponlar, gözyaşları bile görmek mümkün! Herif maaşını alıyor, zaten 600 lira kazanıyor, 200-300 lira tek maça giriyor... Böylesini döveceksin harbiden! Üzülüyor bir de herifçioğlu, gitti çocuğun rızkı diyor, kendi rızkından da kesmiyor!
İddaa bitecek akabinde de her zaman yaptığımız şeyi, oturup kahvede muhabbet ederken çay-sigara döndürmeyi, akabinde de kağıt oynamayı yapacağız. Yakında kumarbaz olup çıkacağım... Batak, 51, King ve türevlerinde artık ustalık mertebesine eriştik sayılır. Gel gör ki ne zaman, "E baba hani brici öğretmeye devam edecektin..." desem, "Hmrmnnmnrmn" cevabını alıyorum... Batak, King, 51'e devam.
***
Kahve ortamı da çok değişik, cidden çok değişik, elimde olsa hepinize o ortamı yaşatmak isterim. Ne cins adamlar var bir görseniz... Geçen bağırıyordu bir tanesi diğerine, eşli ihale oynuyorlar, "Papazın üstüne bey atılır mı! Battık senin yüzünden, yere geçeri öldürdün!" diğeri de cevap veriyor garibim, "Ama abi yükseltmek zorunlu..." Yükseltmek zorunlu da be kardeşim, adam sorunlu... Bu adamın çığlıklarını her gün mutlaka bir sebepten ötürü duyuyoruz. Geçen de bağırıyordu, tahminen partiyi kazandılar; "Heheyt be! Nerede oturuyorum ben? Ustanın koltuğu, ustanın! Ustanın koltuğunda oturuyorum, hey yavrum hey!" Aslında yapacak hiçbir şey olmadığından ötürü biz de kahveye gidip oyun oynuyoruz işte. Büyük adı verilmiş kişilik sorunu yaşayan küçük şehirlerde yaşam çok sıkıcı... Düşün, kahveye tek alternatifin gidip bir yerde Play Station oynamak!
Bir de veledimiz var, arkandan gelir ana avrat küfreder, "gel lan buraya" diyince kaçar gider... Anasında, babasında kabahat! Hayır mesela sevgili RTE, bu ana baba 3 çocuk yapsa ne olur? Kime ne faydası olur? Neyse...
Toplumdan tepki de alıyorum aslında kahveye gidip oyun oynuyorum diye, "Emekli memurlar gibi oldun, üstelik çalışmıyorsun da bu aralar..." deniyor. Tamam da evde oturunca da bilgisayarın başında olduğumdan yakınılıyor. Bazı bazı annem ya da babam şakayla karışık sitem ederler, "Eve geldiğin gibi geç o bilgisayarın başına, bok var sanki! Hiç ailemle vakit geçireyim, biraz sohbet edeyim yok..." Bir gün düşündüm, "Lan hakikaten ben hiç vakit geçirmiyorum galiba ailemle adam gibi, uzun zamandır..." Üzüldüm de tabi... Aileden önemli şey var mı yahu dünyada? Bugün dostum deyip sırtını dayadığın adama dönüp baktığında yerine kütük bırakmış, başına çorap örerken bulabiliyorsun. Biraz internete baktım, mailleri kontrol ettim, salona doğru gittim... Gidiyorum ama aklıma yüzlerce şey, ne konuşacağım?..
Biliyorum çünkü konu, "İşe başla tekrar..." - "Dersler nasıl gidiyor?" - "Yurtdışında okul araştırıyor musun?" - "Önce dil kursuna mı göndersek?" - "Bak mezun olamazsan 15 ay askerlik" gibi yerlere çekileceğinden, her an muhabbeti değiştirmek için bir şey bulmam gerek...
Kafamda planı kurduktan sonra, daldım içeriye. Konuyu değiştiremesem bile, savuşturmak için yeterli materyali depoladım kendimde... "Eee ne yapıyorsunuz gençlik?" gibi üzerinden şapır şapır yavşaklık damlayan bir cümle kurduktan sonra aldığım, "Sessiz ol, şşş, şşş!" ihtarıyla Bihter'e kitlenmiş bir aile portresini yaşamam bir oldu.
"Sonra niye vakit geçirmiyorsun bizle diye bıdı bıdı edersiniz" gibi tonlarca sitem dolu cümleyi içimde Melih Gökçek'in balonları misali patlata patlata tekrar bilgisayarın başına kuruluyorum tabi...
***
Samed aldı kuponu elimden, "Newcastle'a deplasmanda handikaplı mı girdin? Oha bir de Kaiserslautern'e vermişsin..." dedi. Oğuz atladı oradan, "Kaiserslautern'den oğlum gelecek, çıkın evimdeeeeeeen..." dedi. "Borişyamönşıngladbahtan oğlum gelecek çı-kın-e-vim-deeeeeen..." diye karşılık verdim ben de, Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? oyununu andık.
Ben de onların kupona baktım, ikisi de Liverpool'a handikaplı girmişler, "Torres sezonu kapattı lan, manyak mısınız?" dedim. Üstüne Samed bir de Trabzon maçına 4-6 gol oynamış. Vücudum attı, tutmaz bu kupon dedim. 15 dakika sonra da Trabzon maçı baladı...
İlk yarıda Samed'in başında saç, saçında baş, gözünün üstünde kaş kalmadı yolmaktan. Trabzon öyle goller kaçırdı ki Guiza kaçırsa üstüne şarkılar şiirler yazarlardı. Zevkli maçtı ama yine de, Yılmaz hoca Sakarya'dan çıkma olunca onun da geyiğini çevirdik bol bol doğal olarak. Ha bu arada Kocaeli de Sakarya'nın yanına geliyormuş sene, bekleriz... Gerçi bana ne oluyorsa? Delikanlı kesildik hemen iki dakikada, çok da sikimde sanki Sakarya-Kocaeli "derbisi"...
"Erken dönmem lazım, kardeşim evde yalnız" dedim. Bunu derken yarın kursta da hocaya aynı mazereti uydursam da eve erken gitsem diye plan kuruyordum aslında... Hesabı ödedik, kuruşu kuruşuna... Bizde yamuk olmaz, üç eksik - beş fazla çıkmaz! Oğuz'a gittik oradan, bir nescafe içtim yanında dört beş tane sigara eskittim... Kafamdaki orantıya göre bir/iki nescafe daha içersem o gün oradan cesedimin çıkabileceğini düşünüp eve doğru yollandım.
Kardeşimi aradım önce yoldayken, "Var mı bir terslik?" dedim. "Yok yok..." diye cevap aldım. "İyi, yarım saate evdeyim ben" dedim, "Tamam" dedi. Gayet olağan bir konuşmaydı, biri kafasına silah dayamış ve hiçbir şey çaktırmamasını istemiş olsa anlardım, öyle bir durum söz konusu değildi. Nedense üstüme istemediğim bir sorumluluk yüklendiğinde böyle oluyorum... Başkası arabasını verdiğinde de öyle olurum mesela. Normalde almam ama bazen zorunlu olarak alıyorsun, elin ayağın titriyor. Durumu niye kendimden çıkarıp ikinci tekil şahıs görünümlü çoğullara sevk ettim bilmiyorum. Size öyle olmuyor olabilir, bana oluyor.
Yaprak sarması var evde, daha içeri adımımı atarken onun hayalini kuruyordum zaten... Annem de kuruntuludur biraz, neredeyse bir koca tencere yaprak sarması bırakmış... İki tabak yedim, çok afedersiniz iğrenç bir örnek olacak ama, iki gündür bol bol yedim artık bütün halinde sıçıyorum, deforme olmuyorlar bile içeride!
Vakit biraz geçkindi, kuponda oynadığım çoğu maç başlamış ve bitmek üzere olmalıydı... Önce Liverpool maçını gördüm, "Vay be tuttu" diye geçirdim içimden... Handikaplı olmuş hem de, Samed ve Oğuz'a yatar dememe rağmen. Sonra Kaiser'i gördüm, hemen altta Newcastle'ı da görünce şoka girdim. Halbuki daha geçen gün "Newcastle'a deplasmandayken oynamam" deyip hemen üstüne handikaplı oynayarak kendimle çelişmişim, o ikisi de tutmuş. Tutankupon'un laneti, Cannes maçında gösterdi kendini... Bu sefer fazla üzülmedim, alıştım zira artık.
Hayat sistemli bir iddaa kuponu beyler bayanlar, bankoları seçmeli...
Tuttu mu sistem maçları, kaçmasını bilmeli...
Hadi eyvallah. (Dünyanın en spastik şiiri)