23 Haziran 2010 Çarşamba

Goodbye My Lover, Goodbye My Friend

Basketbolla ilgilenen bir Beşiktaş taraftarı olarak son yıllarda takımınızı takip etmek ziyadesiyle can sıkıcıyken ilişkinizi koparmamak için kendinize bahaneler arıyorsunuz. Geçtiğimiz sezon bunlardan benim için en kayda değer olanı Engin Atsür'dü. Öncesinde de Beşiktaşlı olduğunu duyduğum için benim açımdan oldukça heyecan vericiydi onu Beşiktaş forması ile görmek. Basketbolcu olarak kendisine dair farklı görüşler mevcut olabilir ama karakter olarak herkesin takımında görmek isteyeceği biridir. Yönetiminizin işin finans yönünden çok kulübünüzün kimliğini zedelediği bir yerde böyle bir oyuncuyu takımınızda görmek daha da değerli hale geliyor.

Karakterden kastım sadece işine bakan biri olması ötesinde sahada herşeyini veren ama öncelikle kafasını kullanan biri olması. Dört yıl önce milli takım için Japonya'daki hoş sürprizlerden biri olmuştu Engin. Üst üste koyunca yarım oyun kurucu bile etmeyen adamlara rağmen dakika almadığı ilk iki maçtan sonra devrenin bitmesine yakın oyuna girdiği Brezilya maçında önce şu anda ACB'nin en önemli oyun kurucularından biri olan Huertas'a karşı yarı sahaya yakın bir noktada çok agresif bir savunma yapmaya çalışmış ve geçilmişti. Daha sonra hücum süresinin bitmesine az bir süre kala Ender Arslan'ınkilerden bile daha anlamsız görünen bir penetre yaptıktan sonra topu dışarı atmıştı. Normal şartlarda bu iki pozisyondan sonra, kendisinin heyecanlı ve acemi bir genç olduğunu düşünürsünüz. Gerçekten de o atmosferde böyle olmasını yadırgamayacağınız bir oyuncunun bunun dışında bir profil çizme ihtimali çok düşüktür. Engin Atsür'ü özel yapan da bu düşük ihtimali gerçeğe çeviren oyun zekası ve genlerindeki Almanlığın da etkisiyle sahip olduğu soğukkanlılığı. İlk pozisyonda geçildiği Huertas'ı maçın devamında top kaybına zorlayan, rakibinin zayıf noktasını görüp, onu sinirlendirerek oyundan düşüren ondan başkası değildi. Keza rakip savunmanın istediğini yapıyor gibi görünüp pota altına uzunların üstüne gider görünürken sol dipte boş olan arkadaşının boş olduğunu görüp, arkadaşı çizilen sete göre normalde olması gereken yerde olup, son saniyede anlamsız bir şekilde konumunu değiştirmese, ona boş bir şut atma fırsatını sağlayacak pası atan da. Turnuva genelindeki performansı ile ümit vaad ettiği kesindi, özellikle de Slovenya maçının son dakikalarındaki üçlükleriyle o günün unutulmayacak adamları arasına girmişti. Zor maçları ve zor dakikaları oynama becerisi zaten Wolfpack günlerinde de sıkça dile getirilen bir konuydu ama bunun gerçek olduğunu görmek de en az bundan ekmek yemek kadar güzeldi.

Fazla dakika alamadığı iki profesyonel sezonundan sonra saha içi organizasyonu zayıf, saha dışı organizasyonu ise rezalet olan bir takımda sürekli farklı roller üstlenirken zaman zaman zorlansa da bunların hep üstesinden gelen biri oldu. Belki yetenekleri üst seviyede değil ama üstün oyun zekası ile Avrupa'nın zirve takımlarında iyi bir rol oyuncusu olması her zaman mümkün. Akatlar'dan ayrılıp kafasının rahat olacağı bir yere gitmesini onun hayrı için ben de istiyordum ama bu kadar sevdiğiniz bir oyuncunun ezeli rakibinize gittiğini görünce üzülmemek elde değil. Galatasaray'la anlaşamadığına dair haberler çıktığından bir umut demiştim ama Fenerbahçe ile anlaştığını okuyunca, kulübünüzün kuyusunu bu kadar istikrarlı bir biçimde kazmayı beceren yöneticileriniz olduğu için sinirlenmemek elde değil. Yolu açık olsun...

You have been the one, you have been the one for me.

Hiç yorum yok: