Erman Kunter, Cholet ile Fransa şampiyonluğunu kazanarak uzun süredir elinde bulunan en saygın faal Türk coach konumunu iyice sağlamlaştırdı. Geniş açıdan değerlendirdiğim zaman benim de en beğendiğim Türk coach kendisidir ancak en çok heyecanlandıransa başka bir isim…
1996-97 sezonu, ilk head coaching sezonu aynı zamanda kendisinin. O zamana kadar kayda değer bir başarısı olmayan bir başkent takımı vasat kadrosuyla Koraç şampiyonu, Final-Four’un en önemli adaylarından biri olan Efes’e kan kusturuyor. Ankara’daki maçta Efes Pilsen’in maçın başında yediği 17-2’lik seri herkesi şoka uğratıyor. Kontrol basketbolunun belki de son noktası olan Efes Pilsen’i bir daha hiç görmeyeceğim şekilde dağılmış, kontrolü kaybetmiş duruma sokan o takım bunun sinyallerini sezon başında verirken, o gün de uzatmada kaybetmişti. Bir süre lider de götürdüğü sezonda kısıtlı kadrosuyla şampiyonluğa gücü yetmese de o takımın finale ulaşması dahi müthiş bir başarı. Ama en önemlisi o günden beri bu ligde sürekli belli bir iddia sahibi olmayı başarmış bir Türk Telekom var artık.
1999-2000, Karşıyaka sezona 6’da 6 ile girerken önce potansiyelinin farkına varmakta gecikmese Selanik’te Panathinaikos’un yerine Avrupa şampiyonu olabilecek Tofaş’ı ve Final-Four oynayan Efes’i yenerken oynadığı basketbolla ciddi bir şampiyonluk favorisi olduğunu gösteriyor. Hatta, birbirinden ayrılmaz denilen Efes Pilsen-Aydın Örs birlikteliğine bile son veriyor. Ertesi hafta, ligin favorilerinden Ülker’i farklı mağlup eden Karşıyaka’da taraftarlar sevinemiyorlar bu sefer. Çünkü, Ataman o akşamdan itibaren İstanbul’un yollarına düşecek. Ataman’ın gözyaşları ve tribündeki duygusal anlarla birlikte bu toprakların spora dair gördüğü en güzel hikayelerden biri yaşanmıştır o gün İzmir’de. Eğer Ataman İzmir’de kalsaydı, Karşıyaka neler yapardı sorusu ise hala akıllardadır…
Sezonun devamı ise bambaşka bir sınav vaat ediyor. Kendi muhafazakar yapısı içinde oldukça radikal değişiklikler yapmış Efes Pilsen sıra dışı bir takım haline geliyor bir anda. İlk maçta fark yediği Caja San Fernando’yu dağıtan takım, ertesi hafta İtalya’da namağlup lider, Avrupa’da da şampiyonluk için favorilerden Fortitudo’yu 36 sayılık farkla geçerken sürklase etmek kavramına farklı bir yaklaşım getiriyor adeta. Sezon sonunda yıllardır arzuladığı Final-Four’a ulaşan Efes, adeta deplasmanda oynadığı yarı finalde, sezonun başından beri en büyük favori olarak gösterilen Panathinaikos’a fazla diş gösteremese de maça dair aklımda kalan noktalardan biri de genç antrenörün maçtan sonra “Çok üzgünüz, çok genç bir takımız, özür dileriz.” derkenki halidir, sonuçtan daha can acıtıcıdır belki de.
2001-02, o zamana kadar adı pek duyulmamış bir takım İtalya’da harika işlere imza atıyor. İtalya Kupası’nı Euroleague şampiyonu Messina’nın Kinder Bologna’sına son topta kaybederken, Saporta’yı kazanıyorlar. Altı yıl önce asistan coach olarak yaşadığı bu sevinçte bu sefer baş aktör. Tribündeki yeşil beyaz ay yıldızlı posterler bu noktalara alışık olmayan taraftarların Türk coacha duyduğu şükranın göstergesi. Ertesi sezon, Euroleague’de Siena mucizevi(!) 63 sayılık Buducnost galibiyeti sonrası elenmenin kıyısından dönüp, tam bir İtalyan takımına yakışır şekilde Final-Four’a ulaşmaya başarırken bu seferki yarı final mağlubiyeti üç sene öncesinden çok daha can acıtıcıydı. Müthiş bir hücum takımı olan Messina’nın Benetton’ına kabus gibi bir başlangıcın ardından 19 sayılık farkı kapatıp öne geçen Siena’da bu fantastik geri dönüşün bedeli maç sonunda hali kalmayan vücutlar ve basit hatalarla elden uçup giden bir final oluyordu. Siena’ya bıraktığı en önemli miras ise şüphesiz ki Ankara’daki gibi farklı bir çehre kazandırdığı kulüptür. Siena bugün İtalya’da şampiyonluklara ambargo koyan, Euroleague’in saygın ekipleri arasında yer alan bir ekip haline geldiyse onun etkisinin ciddi bir payı vardır.
Ergin Ataman’ın son iki sezondaki performansını açıklayacak en uygun kelime “felaket” olur sanırım. Dev bütçelerin karşılığında alınan sonuç, Efes Pilsen tarihinin Euroleague’deki en kötü iki sezonundan ibaret. Bunlardan daha da beteri ise pek çok kişinin gözünde sahip olduğu başarısız ve kötü bir coach imajı. Peki gerçek Ergin Ataman profili bu mu? Bu soruya cevap vermeden önce, onun kariyerine bir göz atmakta fayda var.
Fazla iz bırakmadığı Ülker ve Fortitudo’nun ardından geldiği takım onun da kariyerini ayağa kaldırması için önemli bir şanstı zira ne Efes’ten ne de Siena’dan ayrılışı tercih etmeyeceği bie şekilde olmuştu. Yine Türk Telekom, Karşıyaka ve Siena gibi bir orta sıra ekibi, bu onun en başarılı olduğu model. Bu yapıda onu başarılı kılan unsurlardan biri takıma ciddi bir itici güç kazandıracak bir taraftarın varlığı ise diğeri de kariyerindeki tüm takımlarda yaptığı gibi yönetimleri daha fazla yatırıma ikna edebilmiş olasıdır. Beşiktaş’ta da sadece hedefin küçülmediği aynı zamanda taraftarın da küstürüldüğü bir sezondan sonra harika işler yaptı, ne yazık ki tek eksiği bu sezonun meyvelerini alacağı maçlardaki kötü performans buna engel oldu.
Peki nasıl oldu da kendisi tekrar çıkışa geçmişken ve yetiştiği kulüp olan Efes Pilsen de onun gibi çıkış ararken, ortaya çıkan sonuç büyük bir hayal kırıklığından ibaret oldu sadece. Temel olduğunu düşündüğüm sebep Ergin Ataman’ın basketbol anlayışının ta kendisidir aslında. Ataman, sistem basketbolunun bir temsilcisi, yani doğal olarak daha riskli bir tercih özünde. Sisteminizin içindeki her unsurdan iyi verim alarak bir sinerji oluşturamadığınız vakit elinizdeki kadrodan alacağınız performansın verim alamadığınız bireylerin eksiliğinden çok daha azı olması muhtemel bir sonuç. Bu yüzden de sistemi hem bütünsel hem de parçalar bazında çok iyi tasarlamanız gerekiyor. Ergin Ataman, daha önce bunu yapabileceğini gösterdiği için özel bir coach’tu ancak bu iki sene zarfında ortaya çıkan negatif görüntü ne yazık ki sadece saha içinde olanlardan ibaret değil ki yazının sonunda bunlara da değineceğiz.
Yazının başına dönelim, Ergin Ataman niye heyecan verici bir teknik adamdır? Öncelikli olarak onun yolunu çizen sistem basketbolu tercihi olmakla birlikte o uyguladığı sistemlerde de oyunun hücum yönüne bambaşka bir ağırlık vermiş, onu asıl farklı kılan unsur da bu olmuştur. Karşıyaka’da pivot tercihini Mirko Milicevic’ten yana kullanırken ribaundlardan feragat ederek takımın hücum seviyesini yukarı çekmek olarak açıklamıştır ki hızlı hücumun ön planda olduğu bir takım için yaptığı bu riskli tercih sonunda zaman onu haklı çıkarmıştır. Sezonun devamını getirdiği Efes’te ise kadroyu kendisinin planlamamış olmamasının da ötesinde kurulan kadronun onun felsefesine pek de yatkın olmayan biri tarafından kurulduğunu göz önünde bulundurunca, o takımın Euroleague gibi bir seviyede sezonunun geri kalanında, hücum süresinin 30 saniye olduğu zamanlarda 80 sayı ortalamasını geçmiş olması dahi o Efes Pilsen’in nasıl muazzam bir hücum takımı olduğunu anlatmaya yetmez. Keza yönetiminin sürekli baltaladığı Beşiktaş’ın da 2000 yılının Tofaş’ından beri Türk basketbolunun gördüğü en komple takım olması da onun planladığı hücum organizasyonunun neticesinde gelmiştir. Efes Pilsen’e maç vermeden şampiyon olan Ülker’de sezonun devamında ayarlamaları iyi yapan Murat Özyer kadar onun da payının olduğunun kanıtı Murat Özyer’in kendi kurduğu Galatasaray ve Türk Telekom’un oynadığı vasat basketboldur kanımca. Ülkedeki en iyi coachların genellikle “cin” kategorisinde sayılabilecek isimlerin olması ve daha kolay oturtulabilecek savunma anlayışlarının çoğunlukla rağbet gördüğü, sabretmenin çokça anlamsız bulunduğu bu topraklarda kalıpların dışına çıkan bir anlayıştı onunki. Sistem basketbolu böyle bir şey, riski yüksekse getirisi de yüksek.
Gel gelelim kariyerine dair önemli anekdotlardan biri Avrupa’nın en elit coachlarından biri için aday noktasına ulaşmış olmasına rağmen yukarıya doğru bir adım atmak yerine gerilemiş olmasıdır. Bundaki en önemli sebeplerden biri oyuncularıyla iyi ilişkiler kurmaktaki sıkıntısı muhakkak, özellikle de zor oyuncuları idare etme konusundaki başarısızlığı. İlk Efes dönemindeki sistemin en kilit dişlisi Mulaomerovic’i sezon içinde göndermeyi istemiştir mesela. Mula, belki Dünya’nın en iyi takım oyuncusu değildi ama ertesi sezon da devam ettiğine göre o kadar kolay vazgeçilecek de bir oyuncu da değildi demek ki. Bu sezon Rakocevic’le kenarda birbirlerine girecek kadar ileriye giden sürtüşme de kariyerindeki istisnalardan biri olmasa gerek. Bir başka nokta da şüphesiz ki sezon sonlarını iyi getirmekteki başarısızlığıdır. Saporta’yı alan takım kimilerinin şampiyonluk favorisiyken daha play-offta ilk turda maç bile almadan elenmesi, sezonu lider bitiren Beşiktaş’ın vasat Türk Telekom’a elenmesi ve favoriyken ULEB Cup çeyrek finalinde Galatasaray’a elenmesi özgeçmişinde hiç de iyi durmayan bölümlerden bazıları.
Son iki sezonki felaket ise iyi işlemeyen bir sistemle açıklanamaz elbette. En vahimi de ilk Efes döneminde sonunu hazırlayan şişkin kadro hatasına tekrar düşerken, eksikliği çok hissedilen pozisyonların bulunabilmesidir elbette. Ama asıl kötü olan şeyler sürekli şikayet eden, daha önceki takımı şu anki takımı karşısında 2 sene önce Türkiye Kupası’nda hakem katliamına uğrarken ve takımına karşı hakemlerin yıllardır süren hoşgörüsü mevcutken konuyu sürekli federasyon başkanıyla olan ilişkisine getiren, saha kenarındaki sürekli gergin görüntüsüydü herhalde. Bu süreçte kimseyi tatmin etmeyen açıklamalarıyla doping olayının üstesinden gelemeyen kulübünün de git gide antipatik hale geliyor oluşunun da payı yadsınamaz elbette.
Fatih Terim tarzı iddialı ama daha çok rakibi motive eden demeçleri, Ülker’de habire yeni bir oyuncu transfer edilirken kadrodaki eksikliklerden yakınan tavrı, hatta Ülker’den ayrılmasına sebep olan bir dönemki çalkantılı özel hayatı vesaire, vesaire… Ergin Ataman’a dair bulunabilecek pek çok negatif nokta var ama hala eldeki en önemli coach potansiyeli bence kendisi Türk basketbolu adına. Birkaç sene önceki Türk milli takımı kadrosunda maç içi hamle yapma becerisi olan Tanjevic’in yanında takımın hücumunu kurgulayan beyin olarak o yer alsaydı nasıl olurdu diye düşünürüm hala. Artısıyla eksisiyle önemli bir isimdir, her şeyden önce de sıradaki takımını doğru seçerek, yaptığı hatalardan ders almış olarak bunu kanıtlayarak, umarım…