Haftasonu Kıbrıs'taydım... Yavru vatan dediğimiz yere bir seyahatin söz konusu olduğunu duyunca bir ay öncesinden bileti alıp sazanlamıştım, "Ben de varım!" dercesine... Niye öyle atraksiyona girdim bilmem gerçi!
Adapazarı'ndan Sabiha Gökçen'e gitmek cehennem azabının bir demosu! Arkadaş, bu kadar çileli bir şey söz konusu olamaz... Özel şirketler falan bulduk ama hiçbirinin servisi bizim uçağın saatine denk düşmediğinden ve özel servis için de kişi başı 40 lira istediklerinden yanaşamadık öyle bir şeye. Biz de sonra çare olarak İzmit'e kadar babamın eşliğinde, İzmit'ten sonra da Havaş ile gitme programında karar kıldık.
Aslına bakarsanız, giren çıkan yine bana oldu. İzmit'e kadar yaktığımız benzin, İzmit'ten Havaş'ın alt tarafı Pendik'e kadar götürmek için kişi başı 17 lira almasıyla 40 lirayı hayli hayli geçti benim harcama.
Dış hatlar terminali girişinden içeri doğru süzüldüğümüzde daha Ercan Havalimanına Check-In açılmamıştı, Simit Sarayı bölümünde kahvaltı yapalım dedik... Kahvaltı yapan sigara tiryakisi her insan gibi havaalanından çıkış yaptım tekrar.
Sigaramı yaktım içiyorum, saat sabahın 7'si... Karşıdan eşiyle bir adam geliyor, tipi de bir o kadar tanıdık... "Nereden tanıyorum ben bu adamı?" derken bana uyuz uyuz bakışları, yanımdan geçerken çıkardığı "cık cık cık, sabahın bu saatinde..." diyişinden hatırladım, Ubeyd Korbey. Uçakta da gördüm kendisini, Kıbrıs'a gidiyormuş, iki sıra arkamda oturuyordu.
Free Shop'un eski cazibesi kalmamış sanırım ya da Sabiha Gökçen fiyatlarını biraz şişirmiş zira 1 lt.'lik Jack Daniel's Ercan'ın Free Shop'unda daha ucuzdu... Kullandığım parfümün Free Shop'taki fiyatı ile orijinal fiyatı arasında da pek fark yoktu eğer Euro hesabını yanlış yapmadıysam ki yapmadığımı düşünüyorum, aldığım puroların fiyatını doğru hesaplamıştım.
Pegasus'un uçaklarına benim ayaklarım sığmıyor arkadaş... Yine bacakları göbeğe kadar çekerek yolculuk ettik. Yanımda oturan arkadaşım da zira öyle, uzun boylu olmanın her türlü dezavantajını yaşadık.
Kıbrıs'a dair ilk izlenimim havalimanından dışarı çıktığımız an oldu, her taraf lüks araba kaynıyordu ki taksiler bile Mercedes'ten aşağı değildi. Mercedes'ti bir çoğu hatta... Bizi almaya gelen arkadaş da Porsche Cayenne ile gelince emin oldum. Fakat daha sonra kalacağımız otele vardığımızda, otelin önünde geçen otobüslerin rezilliğini görünce; "Sanırım Kıbrıs Dubai-Hindistan karışımı bir yer" diye düşündüm...
Yağmuru da beraberimizde getirdik... Selimiye Cami'si dedikleri, eski adı St. Sophia Katedrali olan, Türkiye'deki Aya Sofya'nın bir benzeri hikayeyi sahip olan yerin yanındaki şimdi adını hatırlayamadığım fakat Kıbrıs'ın ev yemeği kültüründen mönüsünü oluşturmuş, ufak bir restoranda yemek yemek için oturduk. Amacımız dışarıda yemekti ama gök gürültüsü ile gelişini haber veren inanılmaz bir yağmurun ardından içeriye kaçıverdik. Şans işte, Antalya'ya gittim neredeyse kar yağacaktı, Kıbrıs'a gittim 2. sel felaketine sebep oluyordum az daha...
Cuma akşamı Lefkoşa Sarayönü Rotaract Kulübü'nün davetlisi olarak Golden Tulip Nicosia'da (Nicosia, Leşkoşa demekmiş...) Balo'daydık. Bunun sebebi de benim dönem sekreteri olduğum Adapazarı Rotaract Kulübü ve Lefkoşa Sarayönü Kulübü'nün ikiz kulüpler olarak gerçekleştirdikleri projelerin Avrupa'da İkincilik Ödülü'ne layık görülmesiydi...
Her şeyin çok güzel olduğu gecede, başımıza gelen tek aksilik ana yemek alamamış olmamız oldu ki onda da insan faktörünün öküzlüğüne şahit olunca pek kafamıza takmadık, güldük hatta... Garsona dedik ki; "Bize ana yemek tabağı gelmedi...", önümüzdeki çatal ve bıçağın kirli olduğunu görüp; "Yemişsinizdir siz..." dedi herif bize. Ordövr tabağına dair bir fikir oluşamadı herifte, o çatal ve bıçağın kirli oluşunu oraya bağlayamadı...
Daha sonrasında ise otelin Casino'suna indik... Haluk Levent'ten tut, Keremcem ve Mehmet Ali Erbil'e kadar bir çok ünlü gördük. (Mehmet Ali Erbil gerçek hayatta da sinir bozucu bir şekilde Ihıaaa ıhıaaa ıhıaaa şeklinde gülüyormuş, onu öğrendik...) Yine de yeni nesil kolsuz Jackpot aletlerinin mantığını öğreten de bize o oldu. (Bir ara arkadaşlar 300 Euro kâra kadar geldiler ama sonra buharlaştı o para bir şekilde...) Casino olayı çok acayip bir olay...
Pazar günü ise Girne'deydik. Bu sefer de Girne Liman Rotaract Kulübü'nün davetlisi olarak... Alsancak'ta güzel bir Kıbrıs Kahvaltısı yaptık, çok da güzel bir yerde. Mekanın adını hatırlamıyorum ama her tarafı çiçeklerle, otlarla bezeli labirent gibi bir yer, sağda solda hayvanlar, ortada kahvaltı yapacağın bir bahçe ve yüzme havuzu var. Kahvaltı sonrasında Girne Limanı'na doğru hareket ettik.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni ile tanıştım Girne'de şans eseri, hayatımın en büyük tesadüflerinden biri olabilir. Girne Limanı çok güzel, sahil şeridi ise Kordon'un bir benzeri adeta. (Kordon mu oraya benziyor yoksa orası mı Kordon'a, bilemem) Gerisinin İzmir'le başka bir alakası yok.
Cumartesi gecesi yemek yediğimiz Archway Restoran'da çok eğlendik ama mekan inanılmaz kazık... 45 ytl. + içkiler ekstra + masaya oturduğun anda doldurulan, içmesen de parası alınan SU 4 TL.! Servis rezalet, yemekler parça parça geliyor, geldiklerinde buz gibi olmuş olarak geliyor. Alkollü içki istiyorsun yarım saatte geliyor... Bir de üstüne fiyatlandırmanın bu olduğunu görünce sıyırıyor insan...
Dönüş uçağımız Pazar sabahı saat 7.10'daydı... Ercan'a geri döndüğümüzde kapının önündeki kalabalığı görünce farkettik ki bir terslik var... Orada emin oldum işte kesin olarak, Kıbrıs; "Dubai-Hindistan karışımı" bir yer... Kıbrıs'a sadece kumar oynamak için haftasonu gelen insanlar, bir de bizim gibi seyahat amaçlı gelen bir çok insan var ve sabahın o saatinde kalkacak bir dünya uçak varken girişi ve güvenlik kontrolünü tek geçitten yapıyorsun. İçeriye girmek, içeriye girdikten sonra pasaport kontrol noktasına gitmek tam iki saatimizi aldı. Erken gitmesek, uçağı kaçırabilirdik... Kontrol noktasında telefonu, bozuk paraları, saatin falan olduğu sepeti sağa sola fırlattılar, her şey yere düştü ayar oldum zaten!
Yine Pegasus'la döndük... Check-In yapacakken arkadaşım; "Güvenlik kapısının olduğu yerden al, sıkışmayalım" dedi ama "Ben o mesuliyetin altına girmem oğlum, bir şey olur falan panik yaparım, kapıyı açamam" dedim. Güldü... Nasıl bir şans ise, güvenlik kapısının oraya düştük random olarak.
Sabiha Gökçen'e iniş büyük bir eziyet oldu, kulaklarım basınçtan öyle bir ağırdı ki az kaldı kan gelecekti... Beynimin nasıl zonkladığını ise tarif edemem. İlk defa böyle bir şey başıma geldi iniş anında. Arkadaşımın teorisi, uçakta tuvalete girmiş olmamdı ki o da kendi başına benzer bir olay geldiğinden ötürü bunu söyledi. "Sifonu çekince basınç şöyle böyle" şeklinde giden ama kulaklarımın bana yaptığı işkenceden çoğunu duyamadığım bir teoriydi.
Evet tuvalete girdim ama nasıl girdim? Benden önce giren adam kalkışın bittiği ve uçuşa geçtiğimiz anda girdi, zaten bir saatlik uçuşun yarım saatini orada geçirdi. Uçak tuvaletinin kapısının önünde kuyruk vardı! Adamın ardından ben girdim ki, o koku şu anda beynimin duyu bölümünde iz yapmış durumda... Girdiğim gibi sifonu çektim, işedim, tekrar sifonu çektim. (Arkadaşın teorisi doğruysa iki kere sifonu çekince acı katlanmış olmalı...) O kadar hızlı hareket ettim ki; "Bu çocuk girdi, çıktı hemen. Kesin işemiştir, sıçıp bu kokuya sebep olan kişi başka biri olmalı" desinler diye, o koku üzerime kalmasın diye... Niye öyle bir şey olacaksa, adamın yarım saat orada durduğunu pek çok kişi gördü zaten.
Uçaktan indikten sonra yaklaşık 5-6 saat boyunca o kulakların sebep olduğu ağrıyı tarif edemem... İndiğim gibi burnumu kapatıp "hıkpppppppp!" yapmıştım halbuki defalarca. (:Hıkppp yapmak:) Şu an bile sol kulağıma su kaçmış gibi, haşır huşur sesler geliyor içerisinden... (Kim bilir hıkpppp yaparken kaç tane beyin hücremin ruhu şâd oldu!)
Ercan'ın Free Shop'ta (Biz kısaca Ercan diyoruz, o kadar saat vakit geçirince orada kanka olduk haliyle!) sordum, "Ne kadar içki sınırı?" dedim. "Nereye gidiyorsunuz?" dedi; "İstanbul" diyince dört litre olduğunu söyledi. Ben de ona güvenip bir litre Black jack, Malibu, Bailey's falan kaptırdım. Üstüne de üç karton tütün aldım, sarmalık. Tabi Sabiha Gökçen'in gümrükten çıkarken, "Hop bilader..." dediler.
"Ama abi ben orada sordum... Yoksa ben de bir litre biliyordum limiti ama onlar öyle diyince..." falan şeklinde anlattım mevzuyu, "Bir İngiliz adam, İngiltere'ye gidecek..." şeklinde bir hikaye anlattı, iki kere anlattı hem de... Bayılttı bizi orada herifçioğlu! Sanırım herkese anlatıyor. Neyse izin verdi, "bir daha olmasın, kanun şu kadara bu kadara izin veriyor" falan dedi de geçtik.
Bilmeyenler için yazayım, Bir litre alkollü içki, iki karton sigara imiş sınırlama... Fazlasına ceza yazıyorlar ya da elinizden alıyorlar.
Adapazarı'ndan Sabiha Gökçen'e gitmek cehennem azabının bir demosu! Arkadaş, bu kadar çileli bir şey söz konusu olamaz... Özel şirketler falan bulduk ama hiçbirinin servisi bizim uçağın saatine denk düşmediğinden ve özel servis için de kişi başı 40 lira istediklerinden yanaşamadık öyle bir şeye. Biz de sonra çare olarak İzmit'e kadar babamın eşliğinde, İzmit'ten sonra da Havaş ile gitme programında karar kıldık.
Aslına bakarsanız, giren çıkan yine bana oldu. İzmit'e kadar yaktığımız benzin, İzmit'ten Havaş'ın alt tarafı Pendik'e kadar götürmek için kişi başı 17 lira almasıyla 40 lirayı hayli hayli geçti benim harcama.
Dış hatlar terminali girişinden içeri doğru süzüldüğümüzde daha Ercan Havalimanına Check-In açılmamıştı, Simit Sarayı bölümünde kahvaltı yapalım dedik... Kahvaltı yapan sigara tiryakisi her insan gibi havaalanından çıkış yaptım tekrar.
Sigaramı yaktım içiyorum, saat sabahın 7'si... Karşıdan eşiyle bir adam geliyor, tipi de bir o kadar tanıdık... "Nereden tanıyorum ben bu adamı?" derken bana uyuz uyuz bakışları, yanımdan geçerken çıkardığı "cık cık cık, sabahın bu saatinde..." diyişinden hatırladım, Ubeyd Korbey. Uçakta da gördüm kendisini, Kıbrıs'a gidiyormuş, iki sıra arkamda oturuyordu.
Free Shop'un eski cazibesi kalmamış sanırım ya da Sabiha Gökçen fiyatlarını biraz şişirmiş zira 1 lt.'lik Jack Daniel's Ercan'ın Free Shop'unda daha ucuzdu... Kullandığım parfümün Free Shop'taki fiyatı ile orijinal fiyatı arasında da pek fark yoktu eğer Euro hesabını yanlış yapmadıysam ki yapmadığımı düşünüyorum, aldığım puroların fiyatını doğru hesaplamıştım.
Pegasus'un uçaklarına benim ayaklarım sığmıyor arkadaş... Yine bacakları göbeğe kadar çekerek yolculuk ettik. Yanımda oturan arkadaşım da zira öyle, uzun boylu olmanın her türlü dezavantajını yaşadık.
Kıbrıs'a dair ilk izlenimim havalimanından dışarı çıktığımız an oldu, her taraf lüks araba kaynıyordu ki taksiler bile Mercedes'ten aşağı değildi. Mercedes'ti bir çoğu hatta... Bizi almaya gelen arkadaş da Porsche Cayenne ile gelince emin oldum. Fakat daha sonra kalacağımız otele vardığımızda, otelin önünde geçen otobüslerin rezilliğini görünce; "Sanırım Kıbrıs Dubai-Hindistan karışımı bir yer" diye düşündüm...
Yağmuru da beraberimizde getirdik... Selimiye Cami'si dedikleri, eski adı St. Sophia Katedrali olan, Türkiye'deki Aya Sofya'nın bir benzeri hikayeyi sahip olan yerin yanındaki şimdi adını hatırlayamadığım fakat Kıbrıs'ın ev yemeği kültüründen mönüsünü oluşturmuş, ufak bir restoranda yemek yemek için oturduk. Amacımız dışarıda yemekti ama gök gürültüsü ile gelişini haber veren inanılmaz bir yağmurun ardından içeriye kaçıverdik. Şans işte, Antalya'ya gittim neredeyse kar yağacaktı, Kıbrıs'a gittim 2. sel felaketine sebep oluyordum az daha...
Cuma akşamı Lefkoşa Sarayönü Rotaract Kulübü'nün davetlisi olarak Golden Tulip Nicosia'da (Nicosia, Leşkoşa demekmiş...) Balo'daydık. Bunun sebebi de benim dönem sekreteri olduğum Adapazarı Rotaract Kulübü ve Lefkoşa Sarayönü Kulübü'nün ikiz kulüpler olarak gerçekleştirdikleri projelerin Avrupa'da İkincilik Ödülü'ne layık görülmesiydi...
Her şeyin çok güzel olduğu gecede, başımıza gelen tek aksilik ana yemek alamamış olmamız oldu ki onda da insan faktörünün öküzlüğüne şahit olunca pek kafamıza takmadık, güldük hatta... Garsona dedik ki; "Bize ana yemek tabağı gelmedi...", önümüzdeki çatal ve bıçağın kirli olduğunu görüp; "Yemişsinizdir siz..." dedi herif bize. Ordövr tabağına dair bir fikir oluşamadı herifte, o çatal ve bıçağın kirli oluşunu oraya bağlayamadı...
Daha sonrasında ise otelin Casino'suna indik... Haluk Levent'ten tut, Keremcem ve Mehmet Ali Erbil'e kadar bir çok ünlü gördük. (Mehmet Ali Erbil gerçek hayatta da sinir bozucu bir şekilde Ihıaaa ıhıaaa ıhıaaa şeklinde gülüyormuş, onu öğrendik...) Yine de yeni nesil kolsuz Jackpot aletlerinin mantığını öğreten de bize o oldu. (Bir ara arkadaşlar 300 Euro kâra kadar geldiler ama sonra buharlaştı o para bir şekilde...) Casino olayı çok acayip bir olay...
Pazar günü ise Girne'deydik. Bu sefer de Girne Liman Rotaract Kulübü'nün davetlisi olarak... Alsancak'ta güzel bir Kıbrıs Kahvaltısı yaptık, çok da güzel bir yerde. Mekanın adını hatırlamıyorum ama her tarafı çiçeklerle, otlarla bezeli labirent gibi bir yer, sağda solda hayvanlar, ortada kahvaltı yapacağın bir bahçe ve yüzme havuzu var. Kahvaltı sonrasında Girne Limanı'na doğru hareket ettik.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni ile tanıştım Girne'de şans eseri, hayatımın en büyük tesadüflerinden biri olabilir. Girne Limanı çok güzel, sahil şeridi ise Kordon'un bir benzeri adeta. (Kordon mu oraya benziyor yoksa orası mı Kordon'a, bilemem) Gerisinin İzmir'le başka bir alakası yok.
Cumartesi gecesi yemek yediğimiz Archway Restoran'da çok eğlendik ama mekan inanılmaz kazık... 45 ytl. + içkiler ekstra + masaya oturduğun anda doldurulan, içmesen de parası alınan SU 4 TL.! Servis rezalet, yemekler parça parça geliyor, geldiklerinde buz gibi olmuş olarak geliyor. Alkollü içki istiyorsun yarım saatte geliyor... Bir de üstüne fiyatlandırmanın bu olduğunu görünce sıyırıyor insan...
Dönüş uçağımız Pazar sabahı saat 7.10'daydı... Ercan'a geri döndüğümüzde kapının önündeki kalabalığı görünce farkettik ki bir terslik var... Orada emin oldum işte kesin olarak, Kıbrıs; "Dubai-Hindistan karışımı" bir yer... Kıbrıs'a sadece kumar oynamak için haftasonu gelen insanlar, bir de bizim gibi seyahat amaçlı gelen bir çok insan var ve sabahın o saatinde kalkacak bir dünya uçak varken girişi ve güvenlik kontrolünü tek geçitten yapıyorsun. İçeriye girmek, içeriye girdikten sonra pasaport kontrol noktasına gitmek tam iki saatimizi aldı. Erken gitmesek, uçağı kaçırabilirdik... Kontrol noktasında telefonu, bozuk paraları, saatin falan olduğu sepeti sağa sola fırlattılar, her şey yere düştü ayar oldum zaten!
Yine Pegasus'la döndük... Check-In yapacakken arkadaşım; "Güvenlik kapısının olduğu yerden al, sıkışmayalım" dedi ama "Ben o mesuliyetin altına girmem oğlum, bir şey olur falan panik yaparım, kapıyı açamam" dedim. Güldü... Nasıl bir şans ise, güvenlik kapısının oraya düştük random olarak.
Sabiha Gökçen'e iniş büyük bir eziyet oldu, kulaklarım basınçtan öyle bir ağırdı ki az kaldı kan gelecekti... Beynimin nasıl zonkladığını ise tarif edemem. İlk defa böyle bir şey başıma geldi iniş anında. Arkadaşımın teorisi, uçakta tuvalete girmiş olmamdı ki o da kendi başına benzer bir olay geldiğinden ötürü bunu söyledi. "Sifonu çekince basınç şöyle böyle" şeklinde giden ama kulaklarımın bana yaptığı işkenceden çoğunu duyamadığım bir teoriydi.
Evet tuvalete girdim ama nasıl girdim? Benden önce giren adam kalkışın bittiği ve uçuşa geçtiğimiz anda girdi, zaten bir saatlik uçuşun yarım saatini orada geçirdi. Uçak tuvaletinin kapısının önünde kuyruk vardı! Adamın ardından ben girdim ki, o koku şu anda beynimin duyu bölümünde iz yapmış durumda... Girdiğim gibi sifonu çektim, işedim, tekrar sifonu çektim. (Arkadaşın teorisi doğruysa iki kere sifonu çekince acı katlanmış olmalı...) O kadar hızlı hareket ettim ki; "Bu çocuk girdi, çıktı hemen. Kesin işemiştir, sıçıp bu kokuya sebep olan kişi başka biri olmalı" desinler diye, o koku üzerime kalmasın diye... Niye öyle bir şey olacaksa, adamın yarım saat orada durduğunu pek çok kişi gördü zaten.
Uçaktan indikten sonra yaklaşık 5-6 saat boyunca o kulakların sebep olduğu ağrıyı tarif edemem... İndiğim gibi burnumu kapatıp "hıkpppppppp!" yapmıştım halbuki defalarca. (:Hıkppp yapmak:) Şu an bile sol kulağıma su kaçmış gibi, haşır huşur sesler geliyor içerisinden... (Kim bilir hıkpppp yaparken kaç tane beyin hücremin ruhu şâd oldu!)
Ercan'ın Free Shop'ta (Biz kısaca Ercan diyoruz, o kadar saat vakit geçirince orada kanka olduk haliyle!) sordum, "Ne kadar içki sınırı?" dedim. "Nereye gidiyorsunuz?" dedi; "İstanbul" diyince dört litre olduğunu söyledi. Ben de ona güvenip bir litre Black jack, Malibu, Bailey's falan kaptırdım. Üstüne de üç karton tütün aldım, sarmalık. Tabi Sabiha Gökçen'in gümrükten çıkarken, "Hop bilader..." dediler.
"Ama abi ben orada sordum... Yoksa ben de bir litre biliyordum limiti ama onlar öyle diyince..." falan şeklinde anlattım mevzuyu, "Bir İngiliz adam, İngiltere'ye gidecek..." şeklinde bir hikaye anlattı, iki kere anlattı hem de... Bayılttı bizi orada herifçioğlu! Sanırım herkese anlatıyor. Neyse izin verdi, "bir daha olmasın, kanun şu kadara bu kadara izin veriyor" falan dedi de geçtik.
Bilmeyenler için yazayım, Bir litre alkollü içki, iki karton sigara imiş sınırlama... Fazlasına ceza yazıyorlar ya da elinizden alıyorlar.
- Kıbrıs güzel yer, bir hafta tatile gidilir. En azından bu sene olmadı, seneye gideceğim ben. Biraz iyi parayla gitmek gerek gerçi onu anladım ben.
- Fakat ucuza da yerler vardır mutlaka, benim ucuza kaçacak bir ortamım yoktu orada başkalarının planına uymak zorunda olduğumdan.
- Casino'lar mutlaka denenmeli ama iyi otellerin Casino'ları denenmeli. Yoksa adım başı en boktan otelin bile Casino'su var, sikiyorlar adamı...
- Şiveleri çok komik. Aslında komik demek doğru değil, şirin, tatlı, "oy canım canım" denilecek türden bir şiveleri var. Soru ekleri pek kullanılmıyor, başlıkta da görüldüğü üzere.
- Ballı katmer inanılmaz bir şey!
- Hellim peyniri desen aynı...
- Bir de değişik bir yeşil zeytinleri var, adını söylemişlerdi ama unuttum.
- Köftelerinin tadı bizim mücver gibi ama adı farklı...
- Her türlü şeyin macununu yapabiliyorlar. Karpuz kabuğu macunu yedim ben, enfesti. Bir de ne yemiştim... Turuncuk muydu onun adı? Hmm... Ona benzer bir şey, macun yine...
- Her yer yasal bahisçi kaynıyor, birine bile girip de bir kupon yapamadım ya ona yanarım.
5 yorum:
sıkıcı görünümlü olabilir ama bayaa eğlenceli yazı olmuş yine sağlam güldüm eline sağlık..
bir şey merak ettim o garson ana yemeği getirdi mi sonra?
kulaklarla ilgili olarakta esneseydin keşke. esneyince sağlam açılıyor. ama açıldığı andaki acıda çok fena aq..
baskan gitcem yazın advice ver sana biraz bea... hangi havayolları ucuz msela??
esneme olayı yalan, çığlık atasım geldi... garson yemeği getirmediği gibi tatlıları da vermedi, görmemişlik yapıp bağıra bağıra tatlı istedim. etraftakilere ayıp oldu gerçi.
havayollarının hepsi aynı bok, hepsi aynı lacivertlikte. ne kadar önceden tatil aralığını belirler ve ona göre bilet alırsan daha ucuz olur. biz 1 ay öncesinden aldık, git gel 150 liraya mal oldu pegasus'la...
gezilecek görülecek yerler olarak Girne-Lefkoşa'da olanlar yazının içerisinde var. 2 gün kaldığım için toplantılardan vakit kaldığınca oraları gezebildim ben fakat diyorlar ki Mağusa'yı da gezmek şart imiş. Mağusa'ya da uğra derim o sebepten.
pegasus haricinde hangi havayolu olsa farketmez kesin daha iyidir. kthy, atlas, thy.
dayı kulak ağrısı için sakız çiğneyeceksin, atıcan 2-3 sakız, çevir babam çevir.
kıbrıs'a domalmak bana akıl karı gelmiyor. bizim burdan atina 45dk baba. oralar daha tatlı sanırım.
Zeytinin Adı Çakısdez (Çakıstes de denebilir).
Macunun Adı Turunç Macunu ( Portokal Mandalin Arası yenemeyen bir narenciye meyvesinin kabuğundan yapılıyor,portokal kabuğu macunu gibi).
Porsche Cayenne Kemalın (Kemal'in demedim çünki Biz Kemal derken inceltme kullanmıyoruz)
Bir de içki tütün çıkışına izin verilmemesinin sebebi Ercan(Ki ben de samimiyim)-Sabiha Gökçen arası birnevi içki kaçakçılığı yapan tipler türedi. Herifler nerdeyse sadece Havalimanından havalimanına günlerini geçririp sağdan soldan otlak yaparak. Abi ben limitimi aşmışım çıkınca senden alırım bu 3 taneyi diyerek 1 seferde 14-15 lt içki sokuyorlar Türkiyeye. Benim değil başkasından aldım deseydin Kesin elinden alırlardı.
Yorum Gönder