28 Mayıs 2010 Cuma

İsyan

Tasvip ettiğimden değil, ama komik...

27 Mayıs 2010 Perşembe

ESPN 2010 FIFA World Cup Illustrations



Illustrations: ESPN

Yankees

Garrett Reisman isimli astronotun ilk ay yürüyüşü, kolunda NY Yankees arması dikili. Fotoğraf için Volkan Güçler'e eyvallah.

Fotoğraf: www.hln.be

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Only Beast

Illustration: Alexandre Trevisan

25 Mayıs 2010 Salı

THANX

Fotoğrafı yeni gördüm. Aslında 3 Mayıs'tan kalma. Adı Everton ve Aston Villa ile anılan Wigan oyuncusu Paul Scharner, takımdan ayrılacak ve taraftarı önünde Hull City'e karşı son maçına çıkıyor. 82. dakikada taraftara teşekkürünü belirttiği saçıyla oyuna giren Scharner, 90'da Gohouri'nin maçı 2-2 yapan golünün pasını veriyor.

Fotoğraf: Joe Giddens/Empics Sport

25 Mayıs 2005

Fotoğraf: Christian Liewig

Rooney the Shrek

Fotoğraf: Getty

23 Mayıs 2010 Pazar

Infected Mushroom - Bust A Move

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Batarken Güneş Ardında Tepelerin Zillerine Basıp Kaçardık Talat Abilerin

Yıllarca önce bir arkadaşım bize kalmaya gelmişti. Çocuk kafası işte, salak salak şeyleri merak edersin ya, o da merak etmiş ve bana sormuştu; "Lan oğlum, kimbilir dünya'da kaç kişi şu anda sevişiyordur lan?" (Tabi orada sevişiyordu değil de argo bir söz kullanıyordu ama göğsümde yumuşattım da yazdım.) Sonra bunu tartışmıştık, uzun uzun... Uyumayıp da geç saatlere kadar dırdır ettiğimiz için de dayak yemiştik. Daha doğrusu yemiştim, misafiri dövecek değildi ya annem... Sonra arkadaşım bana üzülüp; "Sen de bana vur da bari ikimiz de dayak yemiş olalım." demişti. Hehehe gerizekalı...

Mahallede devam eden bir inşaatın önüne kum yığını dökülmüştü ve biz de mahallenin en salak çocuğunu kandıracağız diye tepesinden dibe doğru bi kuyu kazıp üstünü naylonla örtmüştük. (Çizgi film kafası) Ama işte hayat çizgi filmlerdeki gibi olmuyor kardiş, nım nım nım. Çocuk; "Hassiktirin lan" diyip gitti. Belki o da bir yerlerde bu tarz bir yazı yazmış ve bizden "Mahallenin salak kabadayıları..." diye bahsetmiştir. Zira sonrasında "O kadar uğraştık amına koyayım!" diye sızlanıp çocuğu döve döve çukura sokmuştuk.

Mahallede top oynamışlıkları olanlar bilirler, ya arabanın altına kaçar top ya da balkona, bahçeye... Mahallede top oynamak iyidir ama atan-alır kanunu meclisten geçtiği günden itibaren o top oynamalar işkenceye dönüşebiliyordu. Bizde de adamcağızın şansına top hep aynı balkona, o adamın balkonuna kaçardı. Adamcağız eşini kaybetmiş, iki tane kızıyla beraber yaşıyor ama kızları pek gözükmüyorlardı etrafta. Bir gün arkadaşlardan biri o balkona kaçan topu almak için su borusundan tırmandı, balkona atladı ve "Allaaaaaaaaaaaah, memelere geeeeeeeel!" diye bağırdı. Yaklaşık olarak 2-3 ay 'Sokak kapatma cezası" aldık. Resmen oynatmadılar bize o sokakta okullar kapanana kadar. Ulan meme işte, ne bağırıyorsun pezevenk!

İlkokul 3. sınıftan üniversiteye girene kadar her günümüzü, her anımızı birlikte geçirdiğimiz bir arkadaşım vardı. Arasıra tren garına giderdik onunla beraber... Önceleri hareket edecek trenin yoluna para koyup tren üzerinden geçtikten sonra o paranın ne olduğunu görmekti amacımız. Sonrasında ise "Acaba koşarak treni geçebilir miyiz lan?" oldu o amaç... Kalkışa yeni başlayan trenin sonundan 2-3 vagon ileri gidebildik diye bütün okula "treni geçtik oğlum!" diye anlatmıştık.

Bütün okulu "Sergen Yalçın benim amcam, onun da dayısı. Akrabayız biz zaten." diye inandırdığımızı hatırlarım. Biri de "Ulan bu nasıl akrabalık, anlamadım gitti." diye sormamış bak şimdi düşününce.

Aynı arkadaşımla bir zamanlar Sakarya'da faaliyette olan Arçelik Voleybol Okulu'nun idmanlarına gidiyorduk. (Voleybol okulu olmayabilir adı, onun gibi bir şeydi...) İdmanların dönüşünde de bir ev kestirmiştik gözümüze hem muhabbet ediyor hem de o evin camına taş atıyor, camda hareketlenme olunca da kaçıyorduk. Yine bunun gibi bir gün, camda hareketlenme olunca bir süre kaçıp sonra normal tempoya saldık kendimizi ve konuşa konuşa ilerliyoruz. Arkada, biraz uzakta koşan bir adam gördüm, aklıma o evde yaşayan biri olabileceği geldi ama pek ihtimal vermedim ta ki; "Sizi orospu çocukları sizi!" diye başlayıp "Bir daha taş atın da göreyim" şeklinde biten konuşması süresince dayak yiyene kadar koca adamdan.

Şimdilerde şehir dışına çıktığımda eğer annem arıyorsa öf pöf çekerim... Telefonu açar; "Ya anne iyiyim ben, niye durmadan arayıp kontrol ediyorsun?" diye de azarlarım. (İnsan annesiyle öyle konuşur mu eşek! diyenleri duyar gibiyim, haklısınız. Sonra ben de üzülüyorum.) Fakat sevgili anneciğim hiçbir zaman da şu anlatacağım olayı yüzüme vurmaz;

5-6 yaşlarındayım. İzmit'ten anneannem geldi trenle, 3-4 saat oturup bizimkileri falan görecek sonra da beni alıp gidecekti güya. Vakit geldi, annemle babam bizi istasyona kadar bıraktılar, trenin kalkış düdüğü çaldı ve benim o an annemi isteyesim tuttu. Anneannem bırakmadı tabi doğal olarak, "Manyadın mı evladım? Tren hareket ediyor... Evin yolunu nereden bulacaksın hem" dedi. Anneannemin kucağından fırlayıp trenden atladığım gibi, "Böhüeee anneeaaaaaaaa!" diye anıra anıra eve koştum. Cidden uzun yoldu lan şimdi düşünüyorum da... Nasıl buldum evi bir yana, o arada koşarken insanlar neler düşünmüştür kim bilir... Anneannemin yüreğine inmiş tabi, o zamanlar cep telefonu falan yok. Kadının bütün yolculuğunu zehir etmiş, ana kuzusu moduna girmişim. (İnsan anneannesine öyle yapar mı eşek! diyenleri duyar gibiyim, haklısınız. Hâlâ üzülüyorum.)

Yaz ayı, insanlar tatile gitmiş, leş gibi sıcak ve biz mahallede üç tane gerizekalıyız... Canımız sıkıldı, hava çok sıcak olduğundan dışarıda bir şey yapamıyorduk. Akranım olduğu halde at yarışı oynayan biri vardı mahallede, "Gel dedi x'i kekleyelim, paralarını alıp dondurma alalım." Oyunun adı; "Altılıcılık" Çocuğa evdeki boş kuponlardan birini verdik, o da doldurdu kafasına göre rakamları. Ben bahisçiyim, bana getirdi kuponu. Ben de kafasından koşuları anlatacak arkadaşa gösterdim. 6. ayağa kadar çocuğun bütün tahminler tuttu da altıda kaldı gariban. Bahse koyduğu parayla biz de dondurma aldık. Çocuk olayı nasıl anlayamadı, ben de hâlâ onu anlayamıyorum.

Müstakil bir ev/apartman vardı mahallede. 3 katlı aile apartmanı. Dedenin iki çocuğu, iki katta eşleriyle falan gibi bir durum işte. Onların çocukları da benim akranım, arkadaşlarım. Bir de bahçeleri vardı, arka tarafında tente, oturacak yerleri falan olan... Orada Karate Kid'çilik oynardık. Bunların üçü akraba, oyunu kuran onlar olurdu. Bana hep Miyagi-San olma rolü düşerdi. Dayanamadım bir gün, "Ya amına koyayım niye ben hep Usta bilmem kim oluyorum" demiştim, "Sana yakışıyor" demişlerdi. Bir daha soramadım o soruyu. Patronundan zam isteyemeyen ezik adam gibi... (-Artık bir zammı hakettiğimi düşünüyorum patron! -Sana bu maaş yakışıyor. -Eyvallah patron...)

Böyle geçen bir çocukluk... Şimdi, en azından buralarda, pek mahalle arkadaşlıkları kalmadı. O zamanlar beraber oynadığın mahalleden arkadaşlarını şimdi senin gibi büyümüş görünce şaşırıyorsun. Bazısı evlenmiş, bazısı yurt dışında hayat kurmuş arada tatile geliyor, bazısı hapise girmiş de çıkmış haberin yok... Türlü türlü hikayesi olan bir dünya çocuk, fakat hepimizin ortak noktası bir dönemler saçma sapan şeyler yaptığımız bir çıkmaz sokak, bir okul, bir tren garı vesaire... Görünce şaşırıyorsun, "Vay Tulum! Naber ya?" diyorsun, çocukluğunu hatırlıyorsun.

Ulan Yine Biri Yeşil Işık Yakmış!

Sezonlar kapandı, şampiyonlar belli oldu ve transfer söylentileri hızlandı. Dünya Kupası'ndan sonra iyice boku çıkacaktır ama David Villa'nın Barcelona transferi büyük bir başlangıç oldu. Chelsea'nin ve City'nin Torres'i istediği, Fabregas için yapılan Arsenal-Barcelona kavgası, Villa transferinden sonra takımda artık iyice gözden çıkan Henry'e West Ham'in göz koyması derken sezona gayet etkili bir şekilde giriyoruz. (Ronaldinho'yla da City ilgileniyormuş. Son dakika gelişmiş...) (Arsenal de Chamakh'ı almış, bu da son dakika arkadaşların elime ulaştırdığı bilgi olarak kayıtlara geçiyor.)

Öte yandan da bizim ülkenin gündeminde Bursaspor'un başarısı ve Aziz Yıldırım var. Milliyet'e göre başkanlığa geri dönen Aziz Yıldırım Daum'a; "Seneye Şampiyonlar Ligi'ni nasıl kazanırız, rapor hazırla hele ve kalmak istiyorsan bizi ikna et!" demiş ve rapor istemiş. Bu habere bakacak olursak Daum seneye Fenerbahçe'de duramayacak zira Fener'in seneye Şampiyonlar Ligi şampiyonu olacağına kimsenin ikna olacağını sanmıyorum, Aziz Yıldırım'ın bile. Şaka mı bu?

Bursaspor'da da gördüğüm kadarıyla gündemde sadece bir tek isim var o da Volkan Şen'e Beşiktaş'ın yaptığı söylenen; "Bir miktar para + 2 yabancı ve 1 yerli oyuncu" teklifi. Bursaspor'dan "Hehehe adam mı sikiyonuz allasen?" cevabının gelmesi an meselesi sanırım. Eldeki 'harcanmış' yabancıları nasıl bir yerlere kakalayabileceğini düşünen Beşiktaş bir kısmını Türkleştirip Fener'e ya da Galatasaray'a gönderebilir mesela.

Galatasaray Serdar Özkan ve Mehmet Batdal'ın işini erkenden bitirdi. Arda'nın Tottenham transferi söz konusu ama ne olacağı belli değil. Bir de Elano ve Kewell hadisesi var ki ben ise daha çok Servet'in ne olacağını düşünüyorum. Servet'i bir defans oyuncusu olarak severim ama beton delen sünkürükleri başta olmak üzere insanlık namına bir şey ifade ettiğini sanmıyorum.

Trabzon'da ise ses seda yok. Kupa tatmin etmiş gibi gözüküyor, inşallah öyle değildir. Fakat daha önce başka bir yazıda yazdığım gibi Umut Bulut ve Alanzinho ya Şenol Güneş'in gazabına uğrasınlar ya da gönderilsinler. Bencil futbol-cu- Trabzonspor'a yakışmıyor. (Lafa gel, sanki kırk yıldır Trabzon maçlarını kaçırmıyorum.)

Bakalım daha kimlere kimlere forma giydirmek nasip olacak bizim Gürkan'a... Adam seviyor dayı bu işi... Eskiden bir karton üzerinde bebek figürü ve kıyafet tasarımları verirdi gazeteler, alırdın önce bebeği sonra kıyafetleri keser sonra bebeğe kafana göre giydirirdin. (Ayşecik mayşecik olurdu adları) Sen giydirir miydin bilmiyorum gerçi de ben giydirmezdim, böyle samimi konuştuğuma bakma. Fakat kardeşim giydirirdi. Ben de kardeşimin giydirdiği o bebeklere gazetede görüp sevmediğim ünlülerin kafalarını oradan keserek yapıştırırdım. (Racon kesmiyoruz icabında, kafa kesiyoruz. Fakat gazeteden, kuru sıkı.) Gürkan'ın yaptığı işi ona benzetiyorum. Fakat niye bu saçma sapan şeyi bu kadar uzun bir paragrafta paylaşma ihtiyacı duyduğumu bilmiyorum. Yazıya bir son bulamadığımdan olabilir. Halbuki nokta koyunca bitiyor, değil mi? O kadar da çok nokta kullandım halbuki, hiçbirinde bitemedi, şimdi nasıl bitecek? Ha! Belki de...

.

Fuck You Archibald!

Berbatov'u sevmem... Gol atarsa sevinirim ama iki yüzlü puşt bir taraftar imajı da vermek istemem, o yüzden açıklayayım, United adına seviniyorum! Berbatov hakkında yüzümü gülümseten tek şey Batug forumlarından ve Torino'lu blog'dan Arda başkanın onu Rock'n'Rolla'daki Archie'ye benzetmesiydi bir James Joyce gününde.

Ve Sir kendisine kucak açmış, "Satılık değil..." diyerek.

Love United, Hate Berbatov... Tottenham'e geri dön!

21 Mayıs 2010 Cuma

Tracking LeBron James

This composite image from March 31, 2010 by Plain Dealer photographer John Kuntz shows 63 different images of LeBron James in action during a home game against the Milwaukee Bucks. The individual images of different plays of the game were reassembled digitally into one image and are on the exact spot of the floor where the action happened. The result gives an idea of just how much the 2009-10 NBA Most Valuable Player does in an average - by his standards - game.
Cleveland Plain Dealer fotoğrafçısı John Kuntz harika bir işe imza atmış, hakikaten harika. Çalışmayı blog için ufalttım ama burada PDF versiyonu mevcut, tıkladığınızda hemen açılmazsa sıkılmayın, bekleyin. Zira 60x50 cm büyüklüğünde bir sayfa çıkacak karışınıza. PDF içindeki fotoğrafın büyüklüğü de neredeyse 60x20 cm. Kaydet dayı bilgisayarına, at usb'ye, götür bir ozalitçiye, bastır, as duvarına. Şu işçilik basılır, duvarıma asılır. Helal.

David Villa @ Camp Nou

Yeni transfer Villa taraftar karşısına çıkarıldı. Barcelona'nın yeni forması da görücüye çıkmış oldu. Yeni formalar için, buraya.

Futbol Tutkusu, Avrupa Yolcusu...


Hiç düşündünüz mü?

1986 FIFA Dünya Kupası Meksika’da oynanırken, sizin bir üniversite öğrencisi olarak Butragueño ve İspanya’yı Madrid Plaza de Cibeles’te, Lineker ve İngilteye’yi Londra’da bir barda, Platini ve Fransa’yı Saint Germain’de bir kafede, Maradona ve Arjantin’i Napoli’de İtalyan dostunuzun evinde izlemiş olup; arkadaşlarınıza ve çocuklarınıza, o unutulmaz seyahatinizi yıllardır nasıl da bıkmadan usanmadan, 1986’daki heyecanınızla anlatıyor olabilmeyi...

Projenin küçük bir özeti burada. İki arkadaş, Uğur Karakullukçu ve Mustafa Özdemir'in aklına güzel bir fikir gelmiş, bunu da gerçekleştirmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Firmalarla görüşüp sponsor bulmaya, kişilerle konuşup destek almaya çalışıyorlar. Mustafa bana muhabbet arasında bahsetmiş ama arada kaynamıştı. Dün Uğur'un blogunda görüp okuduğumda onlar adına heyecanlandım, sanki kendim gidecekmişim gibi. Güzel bir proje, farklı bir proje. Çoğu kişi Dünya Kupası sırasında Güney Afrika'da olmak ister sanırım ama ben de aslında onlar gibi orada mücadele edecek ülkelere gidip, oradaki şehirlerde, o ülkenin insanlarıyla maçlarını izlemek isterdim. Projeyi okurken de "Ne güzel fikir oğlum, niye benim aklıma gelmedi?" diyerek kıskanmadım da değil hani. Fikirlerini büyük ihtimalle gerçekleştirecekler, yolculuğa epey yaklaştılar. Ben şimdiden kazasız-belasız, bol eğlenceli bir şampiyona diliyorum onlara. 34 gün boyunca takipte olacağım. Londra'da bir pubda izleyecekleri İngiltere-USA maçını merak etmeye başladım bile.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Nike: Write The Future



Dayı video harika, geçişler çok güzel olmuş. Gerçi Ronaldinho Dünya Kupası'nda yok ama olsun. Kobe ve the Simpsons sekansları mükemmel. Bazı sahnelerin kısa versiyonları da aşağıdaki kaynakta mevcut, çerezlik.

Londra 2012 Maskotları

Londra 2012 Olimpiyat Oyunlarının maskotlarını resimde görüyorsunuz, rezillik. Benim aklıma ne geldi dersiniz?

19 Mayıs 2010 Çarşamba

David Villa @ Barca

Geçen sezon Real Madrid forması giydirmişiz Villa'ya, ama o transfer olmadı. Gel gör ki Barcelona sezon biter bitmez işi bitirdi, imzayı attırdı. Villa artık Barcelona'da, tören cuma günü.

Fotoğraf Getty'den, işlemesi bizden.

Gözün Aydın Anadolu

Bursaspor-Beşiktaş maçı öncesi, cumartesi günü Bursa'da çok şiddetli bir lodos çıkmıştı. Bu lodos sebebiyle de Bursaspor taraftarlarının hazırladığı 40m x 15m ebatlarındaki bu müthiş pankart büyük zarar görmüş ve tekrar yapılması için yeterli zaman olmadığından maç sırasında tribündeki yeri boş kalmıştı.

Bursasporum.com pankartın son prova sırasındaki fotoğrafını yayınlamış, biz de paylaşalım. Pankart, dünyanın ilk ışıklı pankartı olma özelliğini taşıyormuş yazılana göre. Üstteki hali ışıklandırılmamış hali, alttaki fotoğraf ise ışıklandırılma sonrası alacağı hali gösteriyor.

Pankartta Tukcell Süper Lig ve Bank Asya Ligi'ndeki 33 Anadolu klübünün logoları yer alıyor. Anadolu devrimi olarak nitelendirilen gecede bu pankartın olmaması büyük şanssızlık tabii ki. Bursaspor takımı sezona şampiyonluğu ile damga yaparken taraftarı da pankartları, tribün şovları ile damga vurmuştur. Pankartta emeği geçen SAGS (Seni Annem Gibi Sevdim) grubunun ellerine sağlık.