29 Eylül 2010 Çarşamba

Adam Gibi Adam?

Ertuğrul Sağlam için "Adam Gibi Adam" lafı sadece Bursaspor taraftarlarının değil, hatta bunu bir keresinde kendisi hakkında da kullanmasının yanı sıra, medyanın da oldukça kullandığı bir söz. Medyadan tutarlı ve mantıklı hiç bir beklentim olmasa da bu durumu oldukça yadırgamışımdır hep, tuhaf geliyor her duyduğumda, anlamlandıramıyorum bir türlü.

Aslında Beşiktaş'ın başına geçtiği zaman iyimser bakıyordum ona her ne kadar kafamda soru işaretleriyle dolu olsa da zira en sevdiğim futbolculardan olmuştu her daim, milli takımla Norveç'e attığı goller ve Paris St.Germain'e attığı gol hafızamdan hiçbir zaman silinmeyecek anlar. Hepsinden öte adam akıllı yaşadığım ilk şampiyonluğun yolunu açan golleri atan adamın yeri mutlaka ayrıdır. Toshack'a onu defansta oynattığı için içten içe hep kızmış, Samsun'a zorla yollanış şeklini hiç hazmedememişimdir.

Bursaspor'u geçtiğimiz yıl pek seyretmediğim için oradaki antenörlük performansını iyi bir şekilde değerlendirmeme imkan yok ama ulaştığı sonuç çok özel bir takdiri hak ediyor elbette. Yine de hala şaşırmadan edemiyorum zira Beşiktaş'taki performansı tam bir fiyaskoydu bana göre. Kesinlikle enkaz olarak devralmadığı takımın üstüne birşeyler koyarak ilerlemesi gerekirken yaptığı her olumlu şeyi bozan, teknik taktikten öte mental olarak oraların hiç adamı olmadığını ortaya koyan bir görüntü çizmişti. Çoğunluğunu Birleşmiş Milletler'in yönetimine koysanız aynı gün içinde 3.Dünya Savaşı'nı başlatabilecek yetersizlikteki Beşiktaşlı spor yazarı geçinen adamların her dediğini ciddiye aldı, onlar o olmaz bu olur der demez ertesi maç tonla safsatayı uygulamaya koymak konusunda pek tereddüt etmedi. Fiziki açıdan güçlü, en önemli özelliği taktik disiplini ve devamlılığı olan ve ağırlığını oyun zekası ile kapatmaya çalışan orta sahada ideal, kenarda ise yavaşlığı ile çok sıkıntı çıkarabilecek Serdar Kurtuluş'u Tigana'ya sırf daha fazla bok atabilmek uğruna "sağ bek alındı bu adam sağ bekte oynaması lazım" diyen bir alay vasıfsız adamı dinleyerek harcaması hala cinleri tepeme çıkarmaya yetiyor. Şu anda bile Quaresma dışındaki herkese dudak bükmekte pek tereddüt etmeyen tribünlerin en sevdiği adamlardan biri haline gelen, Cisse'ye 16 no verildiğinde tepki gelmesi üzerine no değiştirilirken bu rezilliği kapatmak için 16 nonun Serdar'a verilmesi ile ona tepki gösterilemeyeceği fikrinin ortaya attıracak kadar sevilen bir adamı dibe vurdurdu adeta. Her ne kadar ceza sahası dışında İbrahim Toraman'ın müdahale etmeye çalışırken kıçına çarpan topun doksana gitmesi gibi ekstrem koşullarla dolu bir gün olsa da Anfield'daki o günde inşa etmek bir yana iyice bozduğu o takımın etkisi birinci sebep elbette. O günün kötü adamlarının arasında yıllardır aynı hataları yapmaktaki istikrarını koruyan Delinho-şimdi hatırlayamadığım yazarlardan biri Yahudi topçuya üç tane gol attırdı demişliği vardır, Benayoun yaban çiçeğim kastedilerek- ve sağ bekte başarısız Serdar Kurtuluş vardı. Gerçi Kayserispor'un başındayken Alkmaar'da da benzeri bir skordan ucuz kurtulmuşluğu vardır ki çok daha kendi içinde derli toplu bir takımla, keza deplasmandaki Marsilya maçında da adeta yarı sahayı geçmeyin emri verilmişçesene karaktersizçe oynayan, ilk şutunu sekseninci dakika civarında atan bir takımla da birkaç hafta önce rahatlıkla gelebilirdi bu sonuç-o şutu da kaleye uzaktan şut atmama konusunda inat eden Ricardinho'nun atması ayrı bir tuhaflıktır-. Mesele fark yemekten bağımsız sahada takımın gösterdiği karakterdi ve en büyük başarısızlığı da buradadır saha içinde.

Asıl sorunlarsa saha dışındadır. Sivok ve her sezon başında yollanmaya çalışılan Zapotocny'e 4'er milyon Euro'dan fazla para dökülmesinde, Legrottaglie yerine ne ara gelip ne ara gittiğini anlayanın pek olmadığı Diatta'nın alınmasında sorumluluğu yok değildir. Sinan Engin gibi bir tahıl zararlısının onun takımın başına geçmesiyle geri dönüp, Mustafa Denizli geldiğinde ona diş geçiremeyeceğini anlayıp ne hikmetse pırrr diye kaçması da sürpriz değildir. Yerli bir antrenörün büyük takımlarda fazla bir yaptırımı olmadığı ve durumun buradan göründüğü kadar kolay olmadığı muhakkak ama değil kendine sağladığı faydalar, takımı baltalamadaki onca icraati apaçık olan, futbolun duayeni Faik Çetiner'in yeni kankasının geldiği gün ya da onun verdiği zararları bizzat yaşarken istifa etseydi eminim ki şu an gönlümdeki yeri çok farklı olurdu. Her ne kadar saçmalık olmakla beraber o sözün tutulmaması en çok başkalarının işine geliyor ve asıl sorumluluk da onda bulunmuyor olsa da Sivas maçına PAF takımla çıkılmasını istememesi de güya Beşiktaş değerlerinin farkında biri için çok da iyi bir anektod değil. Bunların hepsinden de öte unutamadığım bir olay var ki karakterli birisinin bunu yapabilmesi pek de akıl karı olmasa gerek. Arif Erdem'in eğitimli elemanlarında Ekrem Ekşioğlu'nun yaptığı pisliği, ertesi hafta düdüğü bırakmakta zorunda kalacak Hakan Sivriservi maşasının es geçmemesi ile mağdur durumda olan oyuncusunu maçtan sonra resmen satmasıdır. Sinan Engin'in başı çektiği kötü sonuçlara bahane üretme işinde iyi olduğu aşikardı ama pek çok maçtan sonra laf ettiği hakemlere bu sefer haklı olduğu halde dokunmamış ama önündeki fırsatı kullanmış, gene sorumluluğu başkalarına atmıştı. Tüm bunları düşününce insan yönetim becerisine sahip görünmeyen ve mental açıdan değil Beşiktaş'ı hedefi olan hiçbir takımı kaldıramayacağını düşündüğüm birinin ciddi bir baskıyla bir şekilde baş edip takımını şampiyonluğa taşımasına çok şaşırmıştım. Bu işin başka bir yönü olmakla birlikte, Şampiyonlar Ligi'nde gelecek ilk kötü sonuçta tökezleyip tüm takımı değiştirebileceğini, gözler üstünde olduğunda ve işler kötü gittiğinde eleştirilerin altında ezileceğini hala düşünüyorum.

Hala da kötü sonuçlarda bahanelere sığınmaktan kaçınmayan, yenik durumdayken addedildiği gibi centilmenlikten uzak hakemlere karşı agresif ve baskı yapan birinin yukarıdakilerle birlikte örnek figür olarak ortaya konması ziyadesiyle tuhaf. Önceki sezon Dolmabahçe'de 0-0 biten maçta rakibi maçın çoğunu on kişi oynarken, galibiyeti düşünmemesinden öte yattığı zaman ayağa kalkmayı geçtim, birkaç kez kendisine en yakındaki rakip oyuncu beş metre mesafedeyken yere yatan oyuncularına laf etmeyen, devre arası soyunma odasına "Ertuğrul, takımını ayağa kaldır" tezahüratları eşliğinde giden biri için "Adam Gibi Adam" denmesini doğal karşılamak en azından benim açımdan pek mümkün değil. Bir de Allah aşkına İstanbul'a şampiyon teknik adam olarak gelip, kazandığın önemli bir maçtan sonra bula bula senin başını yiyen Sinan Engin'in programını mı buldun çıkacak...

Aslında bu postu iki hafta önce, Valencia maçı öncesinde yazacaktım ama bilgisayarım bana daha fazla dayanamayınca bugüne kaldı. Aklıma bunu getiren de Ertuğrul Sağlam'ın basın toplantısıydı. Ertem Şener'in daha önce UEFA'nın gelecek vaad eden yirmi teknik adamından biri olarak gösteriliyordunuzla başlayan sorusuna "benim kıymetimi Avrupa anladı ama buradakiler anlayamadı" mealinden verdiği cevabıydı. Hani tevazu göstermemek ayrı da o kıymetinin bilinmediği yerde ne yaptın da şu cevabı veriyorsun demezler mi adama. Farklı etmenler de vardı muhakkak ama ertesi gün alınan sonuç benim açımdan sürpriz olmadı onun geçmişine bakınca zira takımı mental açıdan hiç hazır değildi.

Son iki yaz boyunca Bursa'da bayağı bir vakit geçirdim ve Bursaspor hakkında konuştuğum hemen hemen herkesin ona karşı müthiş bir güveni var. Geçen sezondan sonra bu durumu gayet doğal karşılıyorum ama ona duyulan güvenin geçen sezonun başından farklı olmaması ise oldukça şaşırtıcı. O süreci taraftar olarak içeriden takip eden ve FBTV'den beter apaçilik yapan Olay TV'den farklı bir atmosferde aktarabilecek, Inglewood Gençlik'ten kardeşim İsmail'in kaleminden de okumak isterim. Kendi düzenleri doğrultusunda akıllı bir transfer dönemi geçirmeleri de onları benim açımdan biraz daha ilgi çekici kılıyor. Sağlam, beni şaşırtmaya devam mı edecek, bunu merakla bekliyorum açıkçası.

3 yorum:

kutay dedi ki...

adını hatırlamadığın yorumcu; faik gürses.. maç sonu star'ın roportajında demişti..

Rigaudeau dedi ki...

ben daha çok kazım, sanlı falan demiştir iye düşünmüştüm, enteresan bak bu:)

kutay dedi ki...

yanlış olmasın ama sanırım o maç sonu programında faik gürses'in yanında sanlı kaptan da vardı..

faik gürses o gün ; "ne zaman ingiltereye gelsem 8 yiyoruz, sorun ben de herhalde" diyerek hem güldürmüş hem de mağlubiyetin sorumluluğunu ertuğrul'un üzerinden kendi üzerine almıştı..)