1 Temmuz 2010 Perşembe

Joachim Löw, 1998-2010

Teknik direktör öğütmedeki başarımız ülke olarak malum. Fenerbahçe ise bu konudaki başarısını genellikle önemli teknik adamların kariyerlerindeki kara sayfa olarak tanımlanarak biraz daha ileriye götürmüş bir kulüp. Bir önceki büyük turnuvada Türkiye dışındaki tüm yarı finalist takımların başındaki kişilerin Fenerbahçe'den kovulmuş olması da bunun en önemli göstergesi olsa gerek. Bu istikrarın ödülü olarak da bu kişiler içinde azımsanmayacak bir performans sergilemiş olan Löw'ü yolladıktan sonra Galatasaray'ın başarılarıyla da birlikte pek çoğu için en çok unutulmak istenen sezonlarını geçirmiş olmaları tuhaf olmasa gerek.

Şahsen Fenerbahçe'nin ondan sonra daha iyi bir futbol oynadığı bir sezona tanık olmadım. O sezona dair en önemli olaylardan birisi de kuşkusuz Parma maçlarıdır. Efsane Parma takımını İstanbul'da yenerken, deplasmanda rakibinin üstün oyununa rağmen eski dönemlere dair klasik Türk takımı kavramını oluşturan acayiplikte goller yemeyi becerebilmesi ve Boliç'in son dakikada iki direğe çarpan topun dışarı çıkması sonucu elenmesine rağmen, daha sonra kopup giderek UEFA'yı alan takıma kan kusturmasıdır.

Özellikle Euro 96 sonrası futbolu yavanlaşan Alman milli takımına oynatmayı başardığı şu oyun bile onun teknik adamlık becerisini ortaya koyar. Alman efektifliğiyle elindeki yetenekleri bir potada eriterek ortaya çıkardığı şu takım çok özel gerçekten de. Bu oyunu uygulayabilmek adına kadroya almadığı tecrübeli isimlerden dolayı önceleri eleştirilirken şimdi takdir ediliyor. Gerideki oyuncular dışında her an herkesin gol bölgesine girdiği, sürekli birbiriyle kombinasyonlara giren bir altılı bloğa sahip olmanın-ki zaman zaman Lahm da katılarak yedili oluyorlar ama ona gerek bile duymayabiliyorlar- yanında bu kadar hücum düşünen bir takımın aynı zamanda bu kadar efektif futbol oynadığını izlemek sevenleri için harika bir his olsa gerek.

Arjantin karşısında da Almanya'nın ne yapacağını tahmin etmek güç değil ama karşılarındaki takım turnuvada karşılaştıklarından daha farklı, onların oyununu oldukça bozabilecek bir hücum gücüne sahip. Arjantin, şu ana kadarki maçlarda orta sahası zayıf karnı gibi görünen ve en güçlü yanı orta sahası olan Almanlar için ideal rakip gibi gözüküyor. Buna karşın, etkili hücum silahları ve Messi gibi taktik hakkında yapacağınız tüm doğru kurgulamaları çöpe atabilecek bir adamla bu maç iki devin Dünya Kupası çeyrek final maçının ötesinde çok daha merak edilir bir hale geldi benim için. Özellikle çok da güven verir bir görüntüde olmayan Alman defansı-Löw'ün takımı bu kadar ofansif oynatmasında bunun da bir etken olduğunu düşünüyorum- da mevcutken ibrenin iki tarafa da eşit uzaklıkta olduğunu düşünüyorum. Arjantin'in nispeten rahat rakiplerle oynamasına rağmen, Almanya'nın da facia İngiltere savunmasına rağmen ve yenilen Antalyaspor golüne kadar olan sürede oyunun kontrolünü rakibine kaptırdığı gerçeği var. Bu anlamda onların da bu genç takımla daha zorlu bir atmosferde neler yapacağı hala soru işareti gibi duruyor.

Kalbim hem Maradona, hem de 2005'de U-20 Dünya Şampiyonası'nda ilk kez seyrederken çok etkilendiğim Messi ile olacak. O turnuvada, onun takımını nasıl taşıdığını gördüğüm zaman okuduğum Maradona'86 hikayeleri gözümün önünde canlanmıştı. Vasat görünen bir takımı adeta tek başına kupaya uzandırmıştı. O turnuvayı izleyenler için Messi tek başına bir takımı şampiyon yapabilir mi sorularının cevabı asla hayır değildir.

Hiç yorum yok: