3 Mart 2011 Perşembe

"Bloguma Dokunma"


Medeniyet çocukların ailelerinin bıraktığı ile yetinmemesi üzerine kurulur. Medeniyet agresif bir ilerleyiştir. İleriye dönük bir dürtüdür. Medeniyete baktığınızda savaşlar, yıkımlar ve ölümler de görebilirsiniz, Rönesans'ı, Reform'u ve Apollo 13'ü de... Bunlar paranın iki tarafı olsa bile sonuçta, hepsi toplamda bugün vardığımız noktayı gösterir. Hepsinin temelinde de evlatların ebeveynlerinden daha iyi olma isteği vardır.

Ebeveynler tutucudur. Ebeveynler muhafazakardır. Ebeveynler yasakçıdır. Ebeveynler kuralcıdır. Onların hiçbir çağda gençlerin özgürlük arayışını anlama kapasitesi olamaz. Bir zamanlar onlar da genç olsa bile... Her jenerasyonla özgürlüğün anlamı ve sınırları biraz daha gelişir ve bir zamanlar aynı heyecanı taşıyan insanların dahi korkacağı bir kavrama dönüşür. Burada gence düşen zamanı geldiğinde tahtı devralmak ve çocukları isyan bayrağını açana kadar özgürlüğün yeni sınırlarını egemen kılmaktır. Bu kaçınılmaz bir döngüdür ve dünyanın damarlarındaki kanın akışını daimi kılan da budur.

Türkiye'de ise bu söz konusu bile değildir. Atatürk, İsmet İnönü ve silah arkadaşlarına cumhuriyeti kurma kararı aldıran belki tam da böyle bir deli kandı ama bu asla bu ülkenin genetiğine işleyen bir düşünce sistemi olmadı. Türkiye Cumhuriyeti çok uzun zamandır sansür, yasak ve işkence üzerine kurulu bir sistematik ile devlet organları bazında siyaset felsefesi yürütüyor ve gelen her jenerasyon; sağcısı ya da solcusu, düzene başkaldırsa bile aynı hoşgörüsüzlük ile politikasını yürütmeye çalışıyor. Eninde sonunda yukarıya baktıklarında aşmaları değil örnek almaları gereken insanlar görüyorlar. Semavi liderler, putlar ve gelenekler... Gelenekler yerleştikleri dönemin statükosunu korumak için ortaya çıkartılan alışkanlıklardır. Türkiye'de gençler kendi geleneklerini kurmak için ne alacakları bir inisiyatife, ne de kullanacakları bir hevese sahipler. 80 darbesi sonrası oluşan apolitik gençlik hakkında istediğiniz kadar konuşabilirsiniz ama işler daha önce de daha iyi değildi ve 31 yıl bazı şeylerin değişmesi için yeterli bir süre de olabilir. Olup olmadığını bir sonraki seçimlerde görürüz... Türkiye'nin kanseri, bu ülkenin gençlerinin her gün karşılaştıkları hoşgörüsüzlük ve baskı karşısında öfkeye kapılmak yerine saygıyı korumasıdır. Feda etmeleri gereken tek şey bağnazlık olsa bile cevabı yine o siyah kisvenin altında arıyorlar. İnsan aşılması gereken bir şeydir der Nietzsche. Bu çoğu zaman doğrudur. Türkiye'de ise her zaman doğrudur. İşgüzarın biri her zaman çıkarları ve da inanışları yüzünden bir yeni yasak icat etmeye çalışacaktır. Tarihte her zaman örnekleri olmuştur. Farkı yaratan ise gençlerin ana-babalarından aldıkları 'ahlak' anlayışı ile rahat olup olmadıklarıdır.

Blogspot'un kapatılması ile ilgili mahkeme sürecini ele alan bir yazı yazmak kafamda olmadı hiç Digiturk özellikle sosyal medyayı ilgilendiren konulardaki beceriksizliği ile zaten nam salmış durumda ama blogspot'u kapattırma konusunda haklı olsalar bile haksızlar. Google'ın bu konuda Digiturk'ün iddia ettiği kadar olumsuz bir tutum içinde olduğuna inanmıyorum ama olsa bile binlerce insanın bazen sadece içini döktüğü, bazen sadece sevdiği bir şarkıyı paylaştığı ve bazen de sadece para kazanmak için bulundukları koca bir 'şehri', pire misali birkaç hırsız yüzünden yorgan gibi yakmaya hakları yok. Dünya çapında müzik şirketleri senelerce mp3'e karşı benzer bir tutum içinde faşizan bir savaş verdi ve ancak son birkaç sene içinde doğru yolu görmeye başlıyorlar. Türkiye'de aynı şeyleri tekrar yaşamaya gerek yok. Hele hele şu izlediğimiz lige 321 milyon dolar verecek bir sermayeyi oluşturan insanların daha akıllı olması gerekiyor. En azından Web TV denen 'şeytan icadını' daha iyi çalıştıracak bir sistemi akıl etmeleri gerekiyor. Belki decoder sahiplerine artı olarak maçları bu bloglardan izleyenleri de reklamlar için pazarlama olarak görmeliler. Birçok yol mümkün ama blogspot bunları kapatmaktan biri değil. Ben 2 sabahtır derdimi kendi kendime paylaştığım bu sayfayı açtığımda sanki bir suç işlemişim gibi bir ibare ile karşılaşıyorum ve bu adil değil. Suçlu olan sensin Digitürk.

Twitter'da ortaya çıkan 'Bloguma Dokunma' protestolarının ciddi bir kitleyi hareketlendirmesi sonrası ortaya anlamadığım bir karşıt tepki de çıkmaya başladı. Bunlar sığ sularda yüzmeye alışık blogcu arkadaşlarımız değildi. Bu da beklenmedik bir gelişmeydi ama benim için mesele bu değildi. Bazı kesimlerden yükselen ve başka acı verici olaylar karşısında aynı tepkinin verilmemesini eleştiren seslerdi bunlar. Haksız olduklarını söylemeyeceğim. Özellikle Ergenekon tutuklamaları, kadın cinayetleri, tecavüzler ve takip eden mahkeme kararları ya da açlık grevleri konusunda aynı hassasiyete sahip olunmadığı ortada ve bu benim de canımı sıkabilir. Ama bu yine de demokratik bir hak arayışını eleştirmek için yeterli değil. Her insanın bam teli farklıdır ve burada neredeyse evinize girilip malınıza al konulması gibi bir barbarlık söz konusu. Ve herkes için hanesi özel bir meseledir. Bu sebepten dolayıdır ki yukarıda örneklendirdiğim olaylara gösterilen tepkiden daha fazlasının burada ortaya çıkması ideal değildir ama garip de değildir.

İşten eve döndüğümde elektiriğin 5 saattir kesik olduğunu öğrendim ve bu yazıyı tamamlayana kadar 2 defa daha kesildi. Bu çağda 10 saatilik elektirik kesintisi ile imtihan edilen bir halk için bence gerçekten öncelik Youtube ya da Blogspot değil yoksa...

Çözüm pılıyı pırtıyı blogspot'tan taşımak da değil. Bugün sizi kurtarabilir ama peşinizdeki her kimse eninde sonunda yine izinizi bulacaktır. Her zaman bulurlar. Dikilmemiz gereken yer burası. Korumamız gereken yer burası. Bir satıh var ve o da tüm blogspot.

Dedem başarısız bir evlattı. Annem ve babam da öyle... Ben ve kız kardeşlerim de... Ama gün gelir de çocuğuma verebileceğim tek bir ders olursa o da benim ona öğrettiklerimden nefret etmesi ve kendi düzenini kurmak için yola çıkması olurdu.

Hiç yorum yok: