6 Ekim 2010 Çarşamba

Resident Evil: Afterlife (2010)

Uyarı: Bu yazı, Resident Evil: Afterlife hakkında kalp kıracak denli spoiler içerir.

Paul Anderson 2002 yılında yönetmen koltuğunda başlattığı seriye, 2010 yılında serinin 4. filmiyle yeniden yönetmen olarak dönüyor. Aradaki 2 filmin yapımcılığını yapan ve Alien vs. Predator ile Death Race gibi vasat filmleri yöneten Anderson, Afterlife'ta ne yazık ki Resident Evil serisinin en kötü filmini çıkartıyor. Genelde sevmediğim filmler hakkında yazmayı sevmem, bu yüzden burada da lafı fazla uzatmamaya çalışacağım.

Öncelikle Afterlife, eğer fragmanına ve 3. filmin bıraktığı yere göre oluşturduğunuz beklentilerle gittiyseniz, büyük bir yalan. Doğru kelime bu; yalanın ta kendisi. 3. filmin sonunda Alice, Wesker'a, klonlarını kastederek birkaç dostuyla beraber yola çıktığını söylediğinde ve bu filmin fragmanında Alice, 'Saklandıkları yerde güvende olduklarını düşünüyorlar ama yanılıyorlar' dediğinde, eminim çoğu kişi benim gibi bu filmin bir intikam hikayesi olduğunu düşünmüştür. Bu beklenti kısmen doğru. Filmin ilk 10 dakikası kadar... O etkileyici 10 dakika içinde Alice ve klonları Umbrella'nın Tokyo merkezini basıyorlar, tozu dumana katıyorlar ve sadece gerçek Alice hayatını kurtarmayı başarıyor. Geriye kalan 1,5 saat boyunca ise Alice, Claire ve yeni dostlarının (aralarında Claire'in abisi Chris de var ki bu ikisinin karşılaşmaları saçmalıklar tarihinin jackpot'ı) Arcadia isimli bir gemiye ulaşma ve kefeni yırtma çabalarını anlatıyor. Tabii ki gemide de bi yamukluk var ama oraya ulaşana kadar manasız bir çok engelin içinden manasız bir çok atraksiyonla kurtulmaları gerekiyor.

Dediğim gibi öncelikle filmin vaat ettiği ve sahip olduğu arasındaki fark Darko Milicic'in draftı gibi... Bu yeterince sinir bozucu değilmiş gibi, mevcut olarak sahip olduğu da popcorn filmlerde iyi vakit geçirme uğruna sabrettiklerinizden bile kötü... Ben her zaman şu 'popcorn' tarzı macera filmlerini ve vaat ettikleri eğlenceyi sevmişimdir ama Afterlife benim bile hoşgörü sınırımı zorladı. Bu bütçeye sahip bir filmden beklenilmeyecek ölçüde zayıf dövüş ve aksiyon sahneleri ve kareografisi, lineer anlatım, sürprizsiz yapı ve Uwe Boll yazmış izlenimi veren bir senaryo... Anderson büyük ihtimalle bu filmi bir oyunu yazar gibi yazmaya çalışmış ama bir oyun ile bir film arasındaki fark tabii ki burada kontrolü elimizde bulunduramıyor olmamız ve bu filmin defolarını yoklayan sorunlardan biri de bu... Apocalypse ve Extinction her ne kadar klasik olmasalar da asla bu kadar sıkıcı ve tahmin edilir bir hale gelmiyorlardı.

Bir de son dönemin modası 3 boyut özelliğiyle gösterime girdi film biliyorsunuz. Avatar sonrası filmleri stüdyolarda sonradan 3 boyutlu hale getirme acuzeliği sonrası Afterlife teknik olarak daha iyi bir sonuç veriyor ama bu da izleyici ye mütemadiyen kameraya doğru uçan objeleri izlemek zorunda kalma mecburiyeti içinde bırakıyor. Anderson gibi iyi kötü bir kariyeri olan yönetmenin aksiyon sahnelerini böyle bir ezberle çekmiş olduğunu görmek çok acı.

Peki hiç mi iyi bir şey yok derseniz; filmin fragmanında çalan The Perfect Circle'dan Outsider büyük ihtimalle soundtrack'in nasıl olacağı konusunda bir fikir vermiştir. Tomandandy müziklerde harikalar yaratmış. Çoğu elektronik ağırlıklı olan bu şarkılar çoğu sahneyi farkında olmadan bir şekilde çekilir yapıyor. Filmin sonunda Outsider'ı yeniden duymak ise çok iyi geliyor. Milla Jovavic ve Ali Larter hala çok güzeller. 3. filmdeki Alice'ın hırpani halini çok tuttuğumu söyleyemem. Bu filmde alımı, çalımıyla beraber geri dönmüş. Alice demişken Milla Jovavic'in oyunculuğuna da değinmek zorunda hissediyorum kendimi. En iyiler arasında olduğunu falan söyleyecek değilim ama Ukraynalı bir eski model olduğunu göz önüne alırsak, şu anda fantastik bir çıkarıyor gibi duruyor. Özellikle ilginç bir gerilim filmi olan The Perfect Getaway'deki oyunculuğuna doğru okları yönlendiriyorum.

Belli ki Resident Evil'ın 5. filmi de geliyor ve tahminim 6. filmle bitirecekleri yönünde. Açıkçası kaç film süreceği sorun değil. Ne kadar sorunları olursa olsun şu anda bilgisayar oyunları uyarlamaları içinde en başarılı olan ve büyük ihtimalle en fazla tatmin eden iş, Resident Evil'ın ilk filmi ve devamı oldu. Bu yüzden devam etmesinde sorun yok ama zaten çok yüksek olmayan çıtanın altına da bu filmdeki gibi bu kadar bariz düşmenin anlamı yok. Daha da doğrusu mantığı yok. Paul Anderson, çok umutlu olmayarak çocuk yaşta başına oturduğum Mortal Kombat ile beni çok şaşırtmıştı. Etrafta film için söylenen tüm şu saçmalıklar umurumda değil. Mortal Kombat bir film için çok fazla malzeme veren bir oyun değildi ve Paul Anderson takdir edilecek bir seyirlik çıkarmıştı ortaya. Yaşımı başımı aldığım zaman izlediğim Event Horizon ile Anderson'ın, Mortal Kombat'tan çok daha fazlası olabileceğini düşünmüştüm. Event Horizon halen en sevdiğim bilimkurgulardan biridir ama sanırım artık Anderson için aynı umutları taşımıyorum. O filmi çeken adam nasıl olur da Alien vs. Predator gibi bir projeyi fiyaskoya çevirir, Death Race gibi anlamsız bir yeniden çevrim yapar ve Afterlife'ta 4 filmlik bir serinin en kötü işini çıkartır anlayamıyorum.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

her ne olursun ben yinede bu filme bakiyorum ve cok hosuma gidiyo eger ki sende Residen Evil hayraniysan sende bu filmi seversin benim cok hosuma gitti digerininde ne düsündüygü umrumda bile degil tesekkürler