14 Ağustos 2010 Cumartesi

Made of Özbekistan

Özbekistan'dan son dönemde yaptığımız iki spor ithalatı da harika sonuç verdi. İşin ilginç yanı ise bunlar pek işlenmemiş, daha çok hammadde konumundaydı. Bunun genel olarak pek çok federasyonun başvurduğu devşirme sporcu politikasından farklı olması da işin bir başka ilginç yönü. Sporcu karakterinde pek çok benzerlik bulunan Ersan ve Marsel'in temel fundamental eğitimlerini aldıkları, gelişimlerini hızlandırdıkları önemli birer atlet haline geldikleri yerin Türkiye olmasından dolayı "Made in" değil de "Made of" kıvamındaki isimlerden parkede top koşturanı bu yazıdaki konu.

Ersan İlyasova altyapıda oynadığı dönemlerde küçültme mevzuları, devşirme olaylarıyla gündeme geldi daha çok malum. Hatta gençler şampiyonasında Ülker'i şampiyon yaptıktan sonra bence anlamsız bir şekilde bir de yıldızlarda oynatılınca basketbolumuzun sahte etik merkezi Efes Pilsen tarafından, final maçında neredeyse ikiye katlanmak pek hazmedilemediğinden olsa gerek madalya törenine çıkmamak gibi durumlar söz konusu olmuştu; Efes'in bahanesi de doğal olarak kendisi hakkındaki küçültme iddialarıydı. Zamanında yeterince lafı geçmiş olan işin bu tarafına girmeyeceğim ama vaad ettiği potansiyel, yaşı ne kadar küçültülmüş olursa olsun, heyecanlandırıcı olmaması mümkün olmayacak kadar büyüktü.


Piyasaya çıktığı yıldaki (2003) gençler şampiyonasının bizim memlekette olması önemli bir şanstır benim açımdan. Okuldan itinayla kaçarak şampiyonanın yapıldığı salonlara atıyorduk kendimizi arkadaşlarla. Takım olarak daha sonra Yeşimspor bünyesinde toplanan Makospor turnuvanın açık ara yıldızı, muazzam oynuyorlar, onları seyretmek büyük zevk ama onlarla final oynamasını istediğimiz Ersan'ın mücadelesi en çok merak ettiğimiz şey. Benim için Kablo TV'nin en önemli karakterlerinden biri olan Olay TV'nin cumartesi sabahları TV8'deki Nejat Sayman'a karşı en büyük rakibi olan Cem Çağal var Mako'nun başında. Çok kafa kıyak adam cidden, İsmail Beleş'ten sonra bench arkasında oturanlara stand-up gösterisi vaadinde önemli bir alternatif. Daha sonra eğitim CD'leri falan da çıkmıştı yanlış hatırlamıyorsam, para verip alınası ürünlerdir benim açımdan.

Ersan'ı ilk görüşümüz Tokat maçı, ilk periyodu 40-4, maç sonucu da 160-40 civarı bir skor olan maça damgasını vuran hareket ısınmada gelmişti. Sağ dipten potaya doğru giden, kendisine tribünden edilen Türkçe lafları muhtemelen anlamadığı için tepki göstermeyen 7 numara, havaya yükselince topu bacak arasından ters yönden geçirdikten sonra 180 derece dönerek yaptığı ters smaç belki tarif edilebilir ama bunu çocuk oyuncağı gibi gösterecek kadar rahat yapıyor oluşunu anlatmak mümkün değil benim açımdan. O esnada kız arkadaşına rapor verdiği için o anı kaçıran arkadaşın ilişkiyi bitirmek için artık bahaneye ihtiyacı yoktu, gayet anlaşılır bir sebebi vardı.

Buna benzer spektaküler hareketleri şampiyona boyunca maçlarda da çokca yaptı ama çok daha etkileyici olan yanı takımının ona her ihtiyaç duyduğu anda ortaya çıkış şekliydi. Çok fazla silaha sahip olmasının yanında bu silahları optimum şekilde kullanabilmesi sahip olduğu yeteneklerden daha ilgi çekiciydi. Bir an için boş kaldığında mesafe tanımaksızın soktuğu şutlarını en son çare olarak kullanan, boyunun yanında uzun kollarının da etkisiyle zaman zaman fink atarcasına rahat olduğu üç saniye koridoruna girmeyi öncelik edinirken pozisyonu nerede zorlayıp nerede zorlamayacağını bilen, Avrupa basketbolu için yeteneklerin ötesinde mental olarak da ciddi bir süperstar adayı olduğunu gösteriyordu. Özellikle final maçında Şentürk biraderlerden Soner olanının sürüklediği müthiş yürekli bir Daçka takımına karşı Oğuz Savaş'ın, Caner Topaloğlu'nun, Yunus Çankaya'nın geri adım attığı o dakikalarda tek başına ona karşı yapılabilecek her şeyi yapan savunmaya karşı oynadığı oyun hayatımda gördüğüm en harika maç kazandıran performanslardan biriydi, Kobe'yi kıskandıracak kadar muazzamdı. Bir de şunu belirteyim, pek enteresan gelmeyecek olsa da Semih Erden'in o günden bugüne faulleri belki %10 daha iyi atması dışında gösterdiği hiçbir gelişme yok.

Potansiyeli yaş tartışmalarını benim açımdan geri plana atacak kadar büyüktü, o haliyle . İsmet Badem'in hakkında "kim bulmuşsa bulmuş, yeni Fucka bu, fazla kurcalamayın" mealindeki yazısı da o dönemki tartışmalarda kanımca en efsanevi açılımlardan biri olmuştur. Muhtemelen oynayabilse kazanılacak U16 Avrupa şampiyonluğu ve Albert Schweitzer Turnuvası'ndaki hem takımın hem de onun bireysel performansı ile de iyice değeri artan bir adam haline gelmişken potansiyelden performansa dönüşme sancıları başladı. En kötüsü de yaşadığı sakatlıklar onun oyun tarzını bozdu. NBA'e erken kaçışın da etkisiyle bire bir oynama merakı artmış, şutlarıyla var olan bir adam çıktı karşımıza. Zaman içinde ta o zamanlardan acaba üst seviyede 3 numara oynayacak bir fizik ve çabukluğa sahip olacak mı soruları negatif yanıt buldu ve onun çok özel olduğu kısa forvet pozisyonundan alıkoydu onu şartlar üstelik.

Hala çok değerli ve milli takımın en önemli ismi bana göre ama çok daha farklı olmasını umduğunuz bir adamın şu anki halini her gördüğümde içimde bir burukluk oluyor artık. Yetenekten öte kafa yapısı, Özbekistan'dan geldiğinde çok hamken Alaaddin Yakan'ın özel çabası ile günde 9-10 saat antrenman yaparak 9 ayda o hale geldiğini gördüğüm adamın daha fazlasını yapabileceğinden çok umutluyken şu anki görüntüsü cidden içimi acıtıyor ama bu konudaki tek isim de o değil.

Ertesi sene de yıldızlar şampiyonası geldi ayağımıza. ÖSS yakın olduğundan sık uğrayamasak da Barış Hersek'in de Ersan kadar ilgi çekici olduğunu görmek heyecan vericiydi. Kendisi ile ilgili ilk hatırladıklarım Hidayet modeli oyuncu yetiştirmenin trending topic olduğu zamanlarda küçüklerde Türkiye şampiyonluğunu takıma kazandırıp, MVP olurken 2 metreye yakın boyuyla guard oynadığı için hakkında "Next Hedo" geyikleri dönmeye başlamıştı. Bir yıl önce de gençler turnuvasına yıldız takımı ile katılmayı başarmış Efes Pilsen'de artık Hidayet'in 5 nolu formasını giymeye başlamış, forma rengine göre değişen aksesuarları ile de Hidayet'ten kopyalayabileceği ne varsa görünürde almış olması dikkatimi çekmişti.

O görüntü Barış'ın geleceğine dair pek umut vermese de bana, ertesi yıl sahada gördüklerimden çok etkilenmiştim. Efes Pilsen vasat bir takıma benziyordu ama onları sırtında taşıyan gerçek bir yıldızları vardı. Yarı finalde Ülker ve finalde de Daçka'ya karşı oynadığı oyunun hakkı bir MVP ödülüne sahip oldu. Zaman içinde Hidayet'ten beklediğimiz ama onun yapmadığı herşeyi yapan harika bir 3 no ile karşı karşıyaydık. Fiziksel avantajını harika kullanıp, bütün mismatch'leri akıllıca değerlendiren, saha görüşü üst seviyede, saha içi tercihleri çok başarılı ve mental olarak çok güçlü bir oyuncu görüntüsü vermişti. Çok temiz bir şuta, harika bir post-up becerisine ve pas yeteneğine sahipti. Bunları öylesine dengeli kullanıyordu ki sahada resmen büyülemişti beni. Ersan'dan sonra onu da o yaşında böyle muazzamken, potansiyelinin farkındayken gördüğüm için çok şanslı hissediyordum kendimi. Jasikevicius'u Trabzon'da seyredenlerin yaşadığı ayrıcalığa sahip olduğumu düşünüyordum. Daha sonra milli takımdayken de tüm rakip antrenörlerin ona karşı ne tür önlemler aldıklarını okuduklarımda daha da keyiflenmiştim. Beklediğim gibi takımını harika taşıyan bir yıldız oyuncu olacağından şüphem kalmamıştı adeta.

Sonrasında ise Ersan'ın geldiği noktayı dahi mumla aratan biri var karşımızda, Ersan'daki burukluk burada ağır bir hayal kırıklığına bırakıyor yerini. Açıkçası bu ikilinin zaman içinde geldiği noktayı görünce bu topraklardan uluslararası seviyede zirve sporcuların çıkacağına inanmak pek kolay değil benim açımdan.

1 yorum:

Sheed dedi ki...

cem çağal ile bursa basketbolunun nabzı benim için de vazgeçilmezdi.. makospor, yeşimspor falan gibi ne idüğü belirsiz takımlar hakkında saatlerce konuşuyorlardı, işin kötüsü de izliyorduk alternatifsizlikten.. internet, sen ne güzel şeysin..

nowitzki yorumuna cevap atacağım bi ara, eyvallah..

"yeni fucka bu, fazla kurcalamayın" :zen: