27 Ağustos 2010 Cuma

Bu Size Bir Şey Hatırlattı Mı?

Il Fenomeno Vero



Alessandro Del Piero...

2010 yılında Şampiyonlar Ligi'nde

Tarihimizdeki ilk kura çekimi öncesi geçen yılki tezahüratların da etkisiyle bir Real Madrid dalgası Bursa'da yaşandı ve bitti. Taraftarlar şampiyonluk yolundaki tezahüratların ve Real Madrid'i devirebilmenin oluşturacağı etki ile birlikte Real Madrid'i istedi durdu. Ben her ne kadar bu büyük çoğunluğa katılmasam da yine de mantıklı sebepleri var bu isteğin. Bursaspor her yıl bu kupaya katılabilen bir takım değil ve her yıl Real Madrid gibi büyük takımlarla maç yapma şansı yok. Olabilecek bir eşleşmede alınabilecek bir galibiyet yıllarca dilden dile anlatılan bir destan olacaktı Bursa'da. Ama beklenilen eşleşme olmadı, zaten olsa bir hayli zor durumlara düşerdik.

Kuraya gelince, kuralar çekilirken Barcelona'nın grubu, Arsenal grubu ve hemen ardından da şu anki grubumuz isteklerimdi. Kurayı "şeker" olarak nitelendiremesek de çok kötü bir kura da diyemeyiz. Sadece fikstür daha güzel olabilirdi. Manchester United ile grupların ortasındaki en kritik iki maçı oynamak güzel bir durum değil açıkçası. Son maç turu garantilemiş ve gençlere şans veren United'dan es kaza alınabilecek bir puan bile işe yarayabilirdi. Ben yine de Bursa'nın tanınmamanın verdiği sürpriz yapma şansıyla da en azından Glasgow Rangers'ı zorlayıp 3.lük için savaşacağını düşünüyorum. Burdaki en önemli rakibimiz Glasgow Rangers olmalı, içerde kesin kazanıp dışarda da beraberliği kovalamalıyız. Bursaspor'un amacı grup maçları boyunca bu olmalı. Tabii her şeyden önemlisi ilk kez katıldığımız bu turnuvada olabildiğince keyif alıp, bunun tadını çıkarmalıyız. Gruptan çıkmışız, herkese kaybetmişiz bunlar ikinci planda olmalı, en önemlisi bu tecrübenin tadını çıkarıp eğlenmek.

1. hafta : 14 Eylül (Bursaspor-Valencia)
2. hafta : 29 Eylül (G.Rangers-Bursapor)
3. hafta : 20 Ekim (Bursaspor-Manchester United)
4. hafta : 02 Kasım (Manchester United-Bursaspor)
5. hafta : 24 Kasım (Bursaspor-G.Rangers)
6. hafta : 07 Aralık (Valencia-Bursaspor)

Grup maçlarının fikstürü de bu şekilde. Gönül isterdi ki ilk maç United ile olsun, okullar başlamadan rahat rahat gidelim maçımıza. İstanbul'dan gelecek blog yazarları ve diğer misafirleri de ağırlayarak. Fakat Valencia ile başlamak da puan almak adına güzel olabilir. Bir aksilik olmaz ve planlar uyarsa 20 Ekim'de Sir Alex'in karşısına çıkarız. Allah utandırmasın.

24 Ağustos 2010 Salı

Meğğğmet Ooorelyo Beşiktaş'ta

Geçtim Gürkuf'un bilgisayarına, açtım fotoşopu... (Çıktım taşın üstüne, açtım bacaklarımı der gibi oldu gerçi böyle yazınca) 'Gürkan yapınca oluyor da ben yapınca neden olmasındı ki?' diye düşündüm. Sonra Margırıt geldi, seviştik. Sonra Margırıt gitti yine seviştik... Olayın Margırıt'la bir alakası olmadığını anladık. Aynı esnada Nüyork Sity'nin tenha köşelerinde Canıtın, Cenifır'dan bir alt dudak istemekteydi.


"Çocukken da Bejiktaj'lıydım."

"Bi Çayınızı İçerim, Gözlerinizden Öperim"

Doug geldi bugün ofise, işi düşmese gelmezdi. Ukrayna konsolosluğuna gidecekmiş de, vakit geçirmek için gelmişmiş. Herif vakit geçirmek için geldim dedi, saat 1 buçukta geldi, yemeğini yedi, çayını içti hala oturuyor. Neyse lan, özlemişim dayıyı. Ha, fotoğrafı ben çektim, Getty değil.

20 Ağustos 2010 Cuma

Full'le Demirören

Fotoşop: El emeği

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İzmir Hatırası

15 Ağustos 2010 Pazar

Final Frontier, Up The Irons Nooooooow

http://www.youtube.com/watch?v=kSQVU5V1-No

"Iron Maiden are %10 cooler than every other band!"

Lars Ulrich

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Morrissey's 13th Friday


Bazı duygular vardır, kalbinize değil, sırtınıza çöreklenir resmen. Kamburunuz olurlar, elinizi ayağınızı bağlarlar, dile gelmezler. O bazı duyguları, bazı adamlar olsa 'Ne güzel kelimelere dökerdi de, havada asılıyken olduğundan bile daha özgür kalırdı' dersiniz. Morrissey benim için o insandır... Onu ilk kez dinlediğim gün, herhangi bir şarkısını ilk kez ezberlediğim gün, ilk kez sahneden gördüğüm gün... Hepsi, gün gibi ortada olan bir gerçeği anlamamı sağladı: Moz is God.

Büyük insan Morrissey, dün vuku bulan 13. Cuma vesilesiyle önemli müzik sitelerine en sevdiği 13 albümü listeleyip mail atmış. Üstelik listeye ek olarak plak kapaklarını da tarayarak göndermiş. Liste oldukça ilginç, Moz'u takip edenler için özellikle tepedeki gruplar sürpriz değil. Sanırım sadece 70'lerin filmlerini izlediği söyleyen God için, son dönemden bir albüm görememek de şaşırtıcı değil. Listeye belki rastlamışsınızdır bir yerde ama Şurada, listenin üzerine biraz daha mesai harcayıp, her albümün Morrissey müziğine olan olası katkısını masaya yatırmışlar veya Moz'un grup hakkındaki eski demeçlerine yer vermişler.

Liste şöyle:

13: Jobriath-Jobriath
12: Jeff Buckley: Grace
11: Smoking Popes: Born to Quit
10: Damien Dempsey: Seize the Day
9: Roxy Music: For Your Pleasure
8: The Velvet Underground: The Velvet Underground&Nico
7: The Velvet Underground: White Light/White Heat
6: Sparks: Kimono My House
5: Iggy&The Stooges: Raw Power
4: Nico: Chelsea Girl
3: Patti Smith: Horses
2: Ramones: Ramones
1: New York Dolls: New York Dolls

MOZ IS GOD!

Züpper Lig Başlarken


- Ligden pek bir beklentim yok, zaten Beşiktaş'tan daha fazla ne kadar soğuyabilirim bilmiyorum ama takımın alacağı sonuçlar zerre umrumda değil. Temennim, Rıdvan, İsmail, Necip gibi adamların çok şans bulması, bir de Nihat, Bobo gibi sevdiğim adamların güzel performanslarını izleme şansım olursa yeter bana. Toraman'ın stoper oynamaması Beşiktaş adına en büyük transfer olur ama Herr Schuster'in bunu algılaması bayağı vakit alacak gibi.

- Trabzon'un Liverpool'la eşleşmesine üzüldüm, Onur Kıvrak'ın Europa League'de grupları görüp, tecrübesini artırmasını isterdim en çok. Şenol Güneş ise beni cidden şaşırtıyor. Seul öncesi hiç beğenmezdim ama oradan geldiğinden beri güzel işler yapıyor, bir antrenörün kariyerinde bu noktadayken kendine bir şeyler katması takdir edilesi. Gutierrez'in de fena adam olmadığını düşünüyordum, Bursa'ya attığı gollerin hepsinde iyi topçu emareleri var. Hala çözemiyorum nasıl Umut Bulut'la Burak Yılmaz bu adamdan daha fazla şans buldu geçen sene, ne olursa olsun. Burak Yılmaz'dan daha fazla Umut Bulut kanser sebebidir, beceriksizliğinden öte bencilliğiyle. 61.Yurtta geçirdiğim üniversite hayatımın bitmesine sevinme sebeplerimden biri böyle bir sezonda etrafımdaki Trabzonlu arkadaşların yaşayacağı yüksek gerilime şahit olmayacak olmamdır.

- Bursaspor, Kupa 2'de olsa iyi iş çıkarabilirdi ama Şampiyonlar Ligi'nin orada Ertuğrul Sağlam varken XXL gelmemesi çok düşük ihtimal. Neden adam gibi adam dendiğini çözemediğim bir hoca olup, gözler Bursaspor'un üzerindeyken, gelecek ilk eleştiride tüm takımı değiştirip, her şeyi batırabilecek bir karakterdir kendisi. Ha bir de bu Survivor Ertan öyle kıl bir tip çıktı ki, Levent Kızıl'dan çok bu herif Bursaspor'u itici hale getiriyor benim gözümde. Gene de son iki yaz boyunca azımsanmayacak vakit geçirdiğim bir şehirde her yerde o şehrin takımının formasını giyen insanları görmenin hoş olduğunu söyleyeyim-şampiyon olmadan önce de-, Sivas olamaz öyle bir yer.

- Bank Asya'dan gelen üç takımdan da memnunum. Buca'nın gelişine ise ayrıca sevindim. İzmir takımlarını sevmem ama bu takıma biraz da İzmir'den dışlanmış yapısı ve adam akıllı yapılmış hamlelerle geldiği noktadan ötürü sempati duyuyorum. Ama ilgim çok eskiye dayanır aslında, 15 sene önce 1.Lig'e terfi maçları Konya'daydı ve ilk maç da Buca'nınkiydi. açık mavi-sarı formaları hoşuma gitmişti, maç boyunca onları tutmuştum ama 3-0 yenildiler. Kırmızı kafalı bir 10 numara vardı, iyi topçuydu, zaten İlhan Cavcav aldı o maçtan sonra galiba. Bu akşam maçlarını keşke kendi statlarında oynayabilselerdi, en kısa zamanda o şirin semt atmosferine dönmelerini umuyorum. Bülent Uygun'a rağmen başarılı olurlar inşallah.


- Süper Lig'e hemen hemen kimsenin çıkmasını istememesinden dolayı ekstra ekstra memnuniyet duyduğum geri dönüşü yapan Konyaspor, benim için en önemli mevzu. Memleketimizin takımı ve tarihi beklentilerin biraz arttığı her noktada yaşadığı hayal kırıklıklarıyla o şehri seven herkesi gayet iyi yansıtıyor. Pek akıllı yönetim görmüş bir kulüp değildir ama çok adam alınmış olsa da az para harcayıp, önce borçları ödeyip düzlüğe çıkmak gibi bir hedefin benimsenmiş olmasından dolayı iyi sonuçların gelmesi beni normalden daha fazla mutlu edecek.

- Ziya Doğan'ın sürekli bir yerden başka bir yere atlayan yapısından hiç hazzetmiyorum ama Trabzon'la ilk döneminde yaptığı güzel işler de aklımda bir yerdedir hep. Takım 7 ön liberolu oynasa da sert bir takım olacak muhtemelen, ben de öyle oynayan takımları hep sevmişimdir. (Sonunda Ayman da geldi ayrıca.) Mourinho olunca, şakşakşak, Ziya Doğan olunca voooooooooorrrrrrrrrrrr-Hınca stayla-, olmaz ki... Asıl sıkıntı ise Diyarbakır'dan bir ton adam alınmış olmasında, biri Diyarbakırspor'un bizim oradaki en sevilen takım olmadığını hocaya anlatmalı! Pazartesi ise istediğim tarzda bir açılış olabilir, Bursa'ya ters gelmeye gayet müsaitiz, sistem kuponlarında 0-2 çifte şansa yer verilebilir.

- Geçen sezon play-offlarda çok eğlendim açıkçası. Hem sevmediğim iki İzmir takımını, hem de Uzan döneminde bizi bolca MHK katliamına uğratmış Adanaspor'u alt etmiş olmak güzel. Karşıyaka maçı ise bambaşkaydı, ikinci devreyi bizim yarı sahada oynayıp pozisyon bulamayan KSK'nın olayı tribünde Gürkan'ın da bulunmasıydı. Bize kazandırdığı o maç dolayısıyla kendisine dokunanı yakarım, hayat boyu fedaisiyim artık. Ama Allahı var Alim Karasu'nun dediği kadar var adam, Fener'in Türkiye Kupası reçetesi belli, final maçında Gürkan'ı rakip tribüne yollamak. Bu da sonuç vermezse zaten onlar da kessin umudu.

Made of Özbekistan

Özbekistan'dan son dönemde yaptığımız iki spor ithalatı da harika sonuç verdi. İşin ilginç yanı ise bunlar pek işlenmemiş, daha çok hammadde konumundaydı. Bunun genel olarak pek çok federasyonun başvurduğu devşirme sporcu politikasından farklı olması da işin bir başka ilginç yönü. Sporcu karakterinde pek çok benzerlik bulunan Ersan ve Marsel'in temel fundamental eğitimlerini aldıkları, gelişimlerini hızlandırdıkları önemli birer atlet haline geldikleri yerin Türkiye olmasından dolayı "Made in" değil de "Made of" kıvamındaki isimlerden parkede top koşturanı bu yazıdaki konu.

Ersan İlyasova altyapıda oynadığı dönemlerde küçültme mevzuları, devşirme olaylarıyla gündeme geldi daha çok malum. Hatta gençler şampiyonasında Ülker'i şampiyon yaptıktan sonra bence anlamsız bir şekilde bir de yıldızlarda oynatılınca basketbolumuzun sahte etik merkezi Efes Pilsen tarafından, final maçında neredeyse ikiye katlanmak pek hazmedilemediğinden olsa gerek madalya törenine çıkmamak gibi durumlar söz konusu olmuştu; Efes'in bahanesi de doğal olarak kendisi hakkındaki küçültme iddialarıydı. Zamanında yeterince lafı geçmiş olan işin bu tarafına girmeyeceğim ama vaad ettiği potansiyel, yaşı ne kadar küçültülmüş olursa olsun, heyecanlandırıcı olmaması mümkün olmayacak kadar büyüktü.


Piyasaya çıktığı yıldaki (2003) gençler şampiyonasının bizim memlekette olması önemli bir şanstır benim açımdan. Okuldan itinayla kaçarak şampiyonanın yapıldığı salonlara atıyorduk kendimizi arkadaşlarla. Takım olarak daha sonra Yeşimspor bünyesinde toplanan Makospor turnuvanın açık ara yıldızı, muazzam oynuyorlar, onları seyretmek büyük zevk ama onlarla final oynamasını istediğimiz Ersan'ın mücadelesi en çok merak ettiğimiz şey. Benim için Kablo TV'nin en önemli karakterlerinden biri olan Olay TV'nin cumartesi sabahları TV8'deki Nejat Sayman'a karşı en büyük rakibi olan Cem Çağal var Mako'nun başında. Çok kafa kıyak adam cidden, İsmail Beleş'ten sonra bench arkasında oturanlara stand-up gösterisi vaadinde önemli bir alternatif. Daha sonra eğitim CD'leri falan da çıkmıştı yanlış hatırlamıyorsam, para verip alınası ürünlerdir benim açımdan.

Ersan'ı ilk görüşümüz Tokat maçı, ilk periyodu 40-4, maç sonucu da 160-40 civarı bir skor olan maça damgasını vuran hareket ısınmada gelmişti. Sağ dipten potaya doğru giden, kendisine tribünden edilen Türkçe lafları muhtemelen anlamadığı için tepki göstermeyen 7 numara, havaya yükselince topu bacak arasından ters yönden geçirdikten sonra 180 derece dönerek yaptığı ters smaç belki tarif edilebilir ama bunu çocuk oyuncağı gibi gösterecek kadar rahat yapıyor oluşunu anlatmak mümkün değil benim açımdan. O esnada kız arkadaşına rapor verdiği için o anı kaçıran arkadaşın ilişkiyi bitirmek için artık bahaneye ihtiyacı yoktu, gayet anlaşılır bir sebebi vardı.

Buna benzer spektaküler hareketleri şampiyona boyunca maçlarda da çokca yaptı ama çok daha etkileyici olan yanı takımının ona her ihtiyaç duyduğu anda ortaya çıkış şekliydi. Çok fazla silaha sahip olmasının yanında bu silahları optimum şekilde kullanabilmesi sahip olduğu yeteneklerden daha ilgi çekiciydi. Bir an için boş kaldığında mesafe tanımaksızın soktuğu şutlarını en son çare olarak kullanan, boyunun yanında uzun kollarının da etkisiyle zaman zaman fink atarcasına rahat olduğu üç saniye koridoruna girmeyi öncelik edinirken pozisyonu nerede zorlayıp nerede zorlamayacağını bilen, Avrupa basketbolu için yeteneklerin ötesinde mental olarak da ciddi bir süperstar adayı olduğunu gösteriyordu. Özellikle final maçında Şentürk biraderlerden Soner olanının sürüklediği müthiş yürekli bir Daçka takımına karşı Oğuz Savaş'ın, Caner Topaloğlu'nun, Yunus Çankaya'nın geri adım attığı o dakikalarda tek başına ona karşı yapılabilecek her şeyi yapan savunmaya karşı oynadığı oyun hayatımda gördüğüm en harika maç kazandıran performanslardan biriydi, Kobe'yi kıskandıracak kadar muazzamdı. Bir de şunu belirteyim, pek enteresan gelmeyecek olsa da Semih Erden'in o günden bugüne faulleri belki %10 daha iyi atması dışında gösterdiği hiçbir gelişme yok.

Potansiyeli yaş tartışmalarını benim açımdan geri plana atacak kadar büyüktü, o haliyle . İsmet Badem'in hakkında "kim bulmuşsa bulmuş, yeni Fucka bu, fazla kurcalamayın" mealindeki yazısı da o dönemki tartışmalarda kanımca en efsanevi açılımlardan biri olmuştur. Muhtemelen oynayabilse kazanılacak U16 Avrupa şampiyonluğu ve Albert Schweitzer Turnuvası'ndaki hem takımın hem de onun bireysel performansı ile de iyice değeri artan bir adam haline gelmişken potansiyelden performansa dönüşme sancıları başladı. En kötüsü de yaşadığı sakatlıklar onun oyun tarzını bozdu. NBA'e erken kaçışın da etkisiyle bire bir oynama merakı artmış, şutlarıyla var olan bir adam çıktı karşımıza. Zaman içinde ta o zamanlardan acaba üst seviyede 3 numara oynayacak bir fizik ve çabukluğa sahip olacak mı soruları negatif yanıt buldu ve onun çok özel olduğu kısa forvet pozisyonundan alıkoydu onu şartlar üstelik.

Hala çok değerli ve milli takımın en önemli ismi bana göre ama çok daha farklı olmasını umduğunuz bir adamın şu anki halini her gördüğümde içimde bir burukluk oluyor artık. Yetenekten öte kafa yapısı, Özbekistan'dan geldiğinde çok hamken Alaaddin Yakan'ın özel çabası ile günde 9-10 saat antrenman yaparak 9 ayda o hale geldiğini gördüğüm adamın daha fazlasını yapabileceğinden çok umutluyken şu anki görüntüsü cidden içimi acıtıyor ama bu konudaki tek isim de o değil.

Ertesi sene de yıldızlar şampiyonası geldi ayağımıza. ÖSS yakın olduğundan sık uğrayamasak da Barış Hersek'in de Ersan kadar ilgi çekici olduğunu görmek heyecan vericiydi. Kendisi ile ilgili ilk hatırladıklarım Hidayet modeli oyuncu yetiştirmenin trending topic olduğu zamanlarda küçüklerde Türkiye şampiyonluğunu takıma kazandırıp, MVP olurken 2 metreye yakın boyuyla guard oynadığı için hakkında "Next Hedo" geyikleri dönmeye başlamıştı. Bir yıl önce de gençler turnuvasına yıldız takımı ile katılmayı başarmış Efes Pilsen'de artık Hidayet'in 5 nolu formasını giymeye başlamış, forma rengine göre değişen aksesuarları ile de Hidayet'ten kopyalayabileceği ne varsa görünürde almış olması dikkatimi çekmişti.

O görüntü Barış'ın geleceğine dair pek umut vermese de bana, ertesi yıl sahada gördüklerimden çok etkilenmiştim. Efes Pilsen vasat bir takıma benziyordu ama onları sırtında taşıyan gerçek bir yıldızları vardı. Yarı finalde Ülker ve finalde de Daçka'ya karşı oynadığı oyunun hakkı bir MVP ödülüne sahip oldu. Zaman içinde Hidayet'ten beklediğimiz ama onun yapmadığı herşeyi yapan harika bir 3 no ile karşı karşıyaydık. Fiziksel avantajını harika kullanıp, bütün mismatch'leri akıllıca değerlendiren, saha görüşü üst seviyede, saha içi tercihleri çok başarılı ve mental olarak çok güçlü bir oyuncu görüntüsü vermişti. Çok temiz bir şuta, harika bir post-up becerisine ve pas yeteneğine sahipti. Bunları öylesine dengeli kullanıyordu ki sahada resmen büyülemişti beni. Ersan'dan sonra onu da o yaşında böyle muazzamken, potansiyelinin farkındayken gördüğüm için çok şanslı hissediyordum kendimi. Jasikevicius'u Trabzon'da seyredenlerin yaşadığı ayrıcalığa sahip olduğumu düşünüyordum. Daha sonra milli takımdayken de tüm rakip antrenörlerin ona karşı ne tür önlemler aldıklarını okuduklarımda daha da keyiflenmiştim. Beklediğim gibi takımını harika taşıyan bir yıldız oyuncu olacağından şüphem kalmamıştı adeta.

Sonrasında ise Ersan'ın geldiği noktayı dahi mumla aratan biri var karşımızda, Ersan'daki burukluk burada ağır bir hayal kırıklığına bırakıyor yerini. Açıkçası bu ikilinin zaman içinde geldiği noktayı görünce bu topraklardan uluslararası seviyede zirve sporcuların çıkacağına inanmak pek kolay değil benim açımdan.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Oooo Oooo Oooo

Dayıların en dayısı, doğum günün kutlu olsun lan. Al bu da sana kıyağım, yedim ama ben onu, erirdi sana getirene kadar.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Movies